Münir Bağrıaçık / DieGazete.de
Yılı hatırlamıyorum. Arşive de bakmadım. Geldiğim ilk yıllardı. Yani doksanlı yılların ortası. Kreuzberg’te genç bir Anadolu delikanlısı olarak tanıdım kendisini. Karşımda aslen Gümüşhaneli, Alevi kökenli ve gerçekten de Kreuzberg sokaklarında kendini iyi yetiştirmiş bir Anadolu delikanlısı duruyordu. Küçük İstanbul’un Belediye Meclisi’ne Yeşiller’den aday olmuştu. Ardından da partisi ve kendisi sandıktan çıkmış ve meclis üyesi olmuştu. O zamanlarda bugünleri elbette göremezdim. Ama Özcan Mutlu’yu tanıdıkça bir şeyleri öngörebilirdim. Öyle de oldu. Birkaç yıl sonra da Berlin eyalet milletvekilliğine aday olmuş ve yükselişi sürmüştü. Berlin siyasetinde önemli işler başarmıştı. Onunla birlikte milletvekili sayısı giderek arttı. Türkiye kökenli siyasetçilere kapılar iyice açıldı. Başta Yeşiller olmak üzere, SPD ve Sol Parti, hatta CDU da göçmenlere kapılarını açmıştı.
Sonrasında eş başkan olan Claudia Roth ve Cem Özdemir ile sağlıklı diyaloglar yaşadı. Hatta Alman siyasetinin önemli şahsiyetlerinden Dış İşleri Bakanı Joschka Fischer ile de özel bir dostluğu vardı. Bir süre sonra oğlunun kirveliğini yapan Cem Özdemir ile yolları ayrıldı. Parti içinde bazı iç çekişmelere rağmen federal milletvekilliğine de adaylığını koydu. Ardından da Reichstag’ta kendine oturacak bir koltuk buldu. Artık yeni dostlar, yeni dostluklar zamanıydı. Dört yıl sonra bu yeni dostluklar bu kez yetmedi ve ikinci kez Federal Meclis’e aday olması istenmiyordu.
Milletvekilliğine bir süre ara verse de, parti içi çalışmalarını sürdürüyordu. Yeni bir şevk, yeni bir heyecan ve hırsla önümüzdeki yıl yapılacak seçimlere hazırlanıyordu. Öyle ki önceki Cumhurbaşkanı Christian Wulf’un elinden Berlin’de Kybele Dostluk ve Barış ödülü alıyordu. Anlayacağınız çok kısa bir süre öncesine kadar her şey yolunda gidiyordu. Ancak ne olduysa geçtiğimiz günlerde oldu. Alman medyası kısa süre önce yazmaya başlayıp, adeta ipliğini pazara döküyordu. Öyle ki iddialar arasında “Özcan’ın adamları”, 40 kişinin partiye üye yapılması, aralarındaki SMS mesajlarına kadar her şey Alman medyasına servis ediliyordu.
Hatta iddialar arasında Mitte ilçesi Belediye Başkanı adayının belirlenmesinde, Stephan von Dassel’in yüzde 50’yi bir oyla aşmasının ardında “Özcan’ın adamları” bulunuyordu. Von Dassel ile işbirliği içinde birine belediye başkanlığı diğeri de federal milletvekilliğinin yolu açılsın isteniyordu. İddialara göre o 40 kişilik “Özcan’ın adamları” von Dassel’in adaylığının belirlenmesinin ardından tarihi Poststadion’un tribünlerini terk ediyordu. Üstüne üstlük diğer partililer, o yeni üyeleri hiç tanımıyordu. İddialar arasında Özcan Mutlu’nun, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakın olduğu iddia edilen iki Türk gazetecinin adı da geçiyordu. Erdoğan’ın kendisine yakın bu iki gazeteci aracılığıyla Özcan Mutlu ve Almanya seçimlerine nasıl el attığını kendi bakış açılarıyla anlatmaya çalışıyordu. Alman medyası bunu Mutlu’nun o iki gazeteci ile olan dostluğuna dayandırıyordu.
İddialar iddiaları kovalıyordu. Hal böyleyken neden o iki gazeteciye görüşleri, ya da Özcan Mutlu’nun fikri sorulmuyordu? Neden söz savunmaya da verilmiyordu? Üstüne üstlük Mutlu’nun Alman medyası içinde o kadar çok “dostları” bulunuyordu. Burada soru şu: Alman medyası, Türkiye ya da göçmen kökenli politikacılardan neden rahatsız oluyordu. Adeta ağız birliği etmişçesine hepsi bir abalı bulmuş gibi bir politikacı ve iki gazeteciye vuruyordu.
İşte böylesi bir süreçte bu kez Federal Meclis milletvekili adaylarını belirlemek için aynı üyeler, tekrar tribünleri doldurdu. Orada Alman politik hayatının ve basınının kırmızı çizgisi haline getirilen sözde Ermeni soykırımı iddiaları hakkındaki düşünceleri de üyeler tarafından sorgulanıyordu. Yine medyadaki iddialara göre Özcan Mutlu’nun göz yaşları içinde ailesinin Türkiye tarafından baskı altında olduğu için Federal Parlamento’daki oylamadan on dakika önce salonu terkettiğine dair sözleri gazete sayfalarını süslüyordu.
Sonunda oylamaya geçildi. Özcan Mutlu’nun karşısında 27 yaşında genç bir kadin aday Hanna Steinmüller duruyordu. Sonuç mu? Özcan Mutlu 165’e, 101 oy ile kaybediyordu. Adaylığı Steinmüller’in kazanmasının ardından Özcan Mutlu’yu Metropol FM’deki yayın arasında aradım. Çok üzgündü. Sadece dostlarını ve dostluklarını sorguluyordu. Sonra da eşi ve çocuklarının hazırladığı kahvaltıya oturuyordu. Kısa görüşmemizden çıkan sonuç buydu.
Bu noktada kafamdaki bir başka düşünce de, Korona krizinin kanıksanmasının ardından yeniden toparlanan ve kamuoyu yoklamalarında yüzde 21’lik oy potansiyeline ulaşan Yeşiller’in durumuydu. Öyle ya, bu yaşananlar seçimlere nasıl yansır sorusu aklımı kurcalıyordu. Parti içinde, ya da diğer partilerdeki Türkiye kökenli adayları, ya da yeni üyelere bakışı nasıl etkiler? Bunu da yaşayıp göreceğiz.
Yaşayıp göreceğimiz bir başka gerçek de Özcan Mutlu’nun bundan sonraki durumu. Bu noktada aklıma düşen benim onca yıllık gazetecilik hayatındaki mihenk taşlarından olan “Kaç kez düştüğün değil, kaç kez ayağa kalktığın önemli” şeklindeki sözler oldu. Evet, bu sözler Yeşiller’e eş başkan olduğu günün ertesinde Cem Özdemir ile Mitte ilçesinde bulunan parti genel merkezinde yaptığım röportajın ana vurgusuydu.
O sözler Cem Özdemir’e geçmişte uçak biletleri için verilen Mil karti uygulamasının başına açtığı dertleri hatırlatıyordu. O dönemde işin etik yani bir yana bırakılmış, Özdemir’in siyasi hayatı, geçmişi, hatta kişiliği didik didik ediliyordu. Ardından Cem Özdemir milletvekilliğini, hatta siyaseti bırakmak zorunda kalıyordu. Özdemir bir süre adeta ortalardan yok oldu. Almanya ve Alman medyasından uzaklaşıp soluğu Pensilvanya’da alıyordu. Orada, benim de RBB’de mesai arkadaşım olan sevgili Pia Kastro ile dünya evine giriyordu. O süreçte Özdemir ismi bir şekilde Alman medyası tarafından unutuldu. Dönüşü mü? Cem Özdemir’in dönüşü muhteşem oldu. Bir süre sonra Roth ile birlikte partinin başına geçiyordu. İşte o zaman, bendenize verdiği ilk demeçte “Kaç kez düştüğün değil, kaç kez ayağa kalktığın önemli” diyordu.
Evet, Özcan Mutlu için de şimdi durum aynen bu.
Özcan Mutlu ile ilgili bu yazıyı onunla konuşup yazmak isterdim. Ama ertelenmiş bir ameliyat nedeniyle hastanede olduğu için fırsatımız olmadı. O nedenle de benim yazımı henüz okuyamamış.
Bana gönderdiği mesajı aynen paylaşıyorum: “Gönlünden geleni yaz, dostum. Sen beni nasılsa yeterince tanıyorsun. Maalesef parti içi çekişmeler sonucu son 20 yıllık çalışmama ve ismime çamur attılar…” diye yazdıktan sonra devam ediyor: “Ve inanmayacaksın bu işin içinde senin de tanıdığın birileri var…”
O birileri kimdir? Necidir? Bunca yıllık meslek hayatımızın bize öğrettiği kazanımlarla az çok tahmin edebiliyorum. Bu olayda onların amacı neydi? Özcan Mutlu hangi yanlış, ya da doğruların içinde oldu? Daha bu köprünün altından çok sular akacakmış, ya da bu bu pilav çok su kaldıracakmış gibi görünüyor.
Son söz yine Özcan Mutlu’nun bana gönderdiği mesajdan olsun: “Ben şu an hastanedeyim küçük bir ameliyat için, ertelenmiş bir ameliyat. Çıktığımda bir araya gelir, konuşuruz…”
İlk yorum yapan olun