ATATÜRK’Ü GÖREN GÖZLER

DATÇA’DA YAŞAYAN ARİFİYE KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU MUHSİN CİVELEK İLE GÖRÜŞTÜK 

Esmeri Alev Ekebaş / DieGazete.de / Datça

Kurtuluş Savaşı bittikten sonra Atatürk devrimlerinin ışığını köylere yayacak insanlara, öğretmenlere ihtiyaç vardı. “Bunu ancak eğitimle hallederiz.” düşüncesi hakimdi. Atatürk, 10 Kasım 1938’de ölünce, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. Celal Bayar, Başbakan oldu. Celal Bayar, Başbakan olunca, mesleği öğretmen olan Hasan Ali Yücel’i Milli Eğitim Bakanı yaptı. Hasan Ali Yücel, kendini ulusuna adamış bir eğitimciydi ve Köy Enstitülerini kurmayı kararlaştırdı. Bunun için İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirdi. Hasan Ali Yücel, ülkeyi 21 bölgeye ayırdı. Her bölge 3-4 ili kapsıyordu. Şehirden uzak ulaşım nedeniyle tren istasyonlarına yakın yerler seçildi ve bu projenin uygulanması için İsmail Hakkı Tonguç görevlendirdi.

İsmail Hakkı Tonguç, iyi bir eğitimciydi. Alman, İsveç eğitim bilimcilerinin yoksul çocukların topluma kazandırılması, okutulması konularındaki kitaplarının Türkçeye çevrilmesini sağladı. Bu konuları araştırmak için yurt gezisine çıktı. Düzenlediği raporu, Hasan Ali Yücel’e sundu. Hasan Ali Yücel’in hazırladığı kanun taslağı, birçok tartışmadan sonra 17 Nisan 1940 tarihinde, 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu olarak TBMM’de kabul edildi. İzmit Arifiye, Ankara Hasanoğlan, Konya İvriz, Aydın Ortaklar, İzmir Kızılçullu, Eskişehir Çifteler, Edirne Kepirtepe, Balıkesir Savaştepe, Antalya Aksu, Kastamonu Gölköy, Trabzon Beşikdüzü, Isparta Gönen, Kayseri Pazarören, Samsun Ladik, Malatya Akçadağ, Sivas Yıldızeli, Diyarbakır Dicle, Adana Düziçi, Kars Cilavuz, Van Erciş, Erzincan Pulur’da okullar açıldı. Köy Enstitüleri Kanunu’nun 1. maddesinde “Buralarda öğretmen, eğitimci ve köye yarayan meslek erbabı yetiştirilir” yazıyordu. Köy Enstitülerinin amacı ise büyük önder Atatürk’ün işaret ettiği hedefler doğrultusunda, köylüleri sağlık, ekonomi, tarım, kooperatifçilik ve hayvan bakımı alanlarında çağa yaraşır biçimde eğitmek ve ekonomik yönden güçlendirilecek konularla bilgi ve becerilerini geliştirmekti.

Çok zor şartlar ve zamanlardı. 2. Dünya Savaşı’nın olduğu şartlarda Köy Enstitüleri, öğretmen ve öğrencilerinin çalışmaları ile kurulmuştur. Köy Enstitülerinin kuruluş aşaması ve bu çalışmalara katkıda bulunanları, Datça’da yaşayan, Arifiye Köy Enstitüsü mezunu sağlık memuru Muhsin Civelek anlattı. Cumhuriyetin kuruluş yılında doğan Datça’da yaşayan Muhsin Civelek ile söyleşimizde ilk sorum:

O yıllarda köyünüzün sosyal-ekonomik yapısından, geçim kaynaklarından bahseder misiniz? Okur yazarlık durumu nasıldı? 

Muhsin Civelek: Nüfus kaydında Düzce ilçesinin Ada köyünde, 1 Haziran 1927 tarihinde doğmuş diye yazılıdır. Ama asıl doğum tarihim 1923 yılıdır. Bünyem çok zayıf ve çelimsiz olduğundan, memur olan dedem doğum tarihimi 1927 olarak yazdırmış. Babam dedeme “Neden küçük yazdırdın?” diye kızmış. Dedem de “Askere çelimsiz gitmesin” diye cevap vermiş. Köyün geçim kaynakları, tütün, buğday ve az miktarda fındıktı. Köylü, çiftçilikle uğraşıyordu. Az miktarda okur yazarlık vardı. Babam Hüseyin Civelek, okumaya çok meraklıydı. Eski ve yeni yazı yazardı. Köylünün mektup, dilekçe gibi yazılarını yazardı. Çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşırdı. İki kız, bir erkek kardeşim vardı. Ailemden hayatta bir tek ben kaldım. Arifiye Köy Enstitüsü’nde okudum. Yurdun çeşitli yerlerinde görev yaptım. Datça’da yaşıyorum. İki kızım var, onlar da Datça’da yaşıyor.

Esmeri Alev Ekebaş: Adaköy’de ilkokul çağlarınızda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü görmüşsünüz. Anlatır mısınız?

Muhsin Civelek: Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü görüşüm şöyle oldu. Köyümüz Adaköy, İstanbul Ankara karayolu üzerinde, Düzce’ye bağlı bir köydü. Büyük Önder Atatürk’ün, karayolu ile Ankara’dan İstanbul’a giderken Düzce’de mola verdikten sonra köyümüzden geçeceği haberini aldık. Köyde “Atatürk geliyor” dediler. Köyün ortasından Ankara İstanbul otoyolu geçiyor. Tüm köylü, kadınlarımız, erkeklerimiz, çocuklar büyük bir coşku ve sevinç içinde yola döküldük, koşarak yol kenarına dizildik. Atatürk’ün geldiğini gören halk, büyük bir heyecanla “Yaşa varol!!” diyerek, coşkuyla tezahürat yaptı. Alkışlarla karşılanan Gazi Mustafa Kemal Atatürk keskin gözlerle bizleri selamladı, çok duygulandı: “İyi gidiyorsunuz. Siz artık bu işleri öğrendiniz, devam edin” diye konuştu. Bize övgü dolu sözler söyledi. Ben Atatürk’ü böylece görmüş oldum. Tüm Türk halkı Atatürk’e hayrandı. Atatürk bize insan olduğumuzu anımsattı ve köylüye toprak dağıttı. Çarıktan ayakkabıya geçtik. Atatürk köylümüzü aydınlatmak için çok uğraştı: “Köylü, milletin efendisidir.” dedi. Atatürk avuç içini göstererek: “Bu avuç içi toprağı bile kimseye vermem.” demiştir. Bugün, bu topraklar üzerinde yaşıyorsak Atatürk sayesindedir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk öldüğünde, 10 Kasım’da, tüm Türk halkı gözyaşı döktü. Atatürk gibi bir büyük önder, bir dahi bir daha gelmez. Bize bıraktıklarına ve devrimlerine sıkı sıkı sarılıp, sahip çıkmalıyız.

Esmeri Alev Ekebaş: Köy Enstitülerinde okumanın iki şartı vardı: Köy İlkokulu’nu bitirmiş olmak ve köy nüfusuna kayıtlı olmak. Siz hangi köy ilkokulunu bitirdiniz? Köyünüzde ve ailenizde kimler Köy Enstitülerinde okumaya gitti ve bu karar nasıl alındı? Köyünüzden Arifiye Köy Enstitüsüne giden yolu ve okula ulaştığınızda ilk kez Eğitim Başı ile karşılaştığınız anı anlatır mısınız?

Muhsin Civelek: Köy Enstitülerinde okumaya birkaç kişinin gittiğini hatırlıyorum. Benden önce ve sonra. Ama kim olduklarını hatırlamıyorum. Öğretmenimiz Celal Dikmen heykeli dikilecek bir adamdı. Cumhuriyetin ilk yıllarında birkaç yerde ve köyde ilk defa 3 sınıflık yerler açılmıştı. Ondan sonra 5 sınıfa çıkarmışlardı. Bizim köyde okul yoktu. Bize 5 kilometre uzakta Karaköy diye bir yerde yatılı bir okul yapılmış. Celal Dikmen, Silivri, Cumali, Kışla köylerinde okul yapmış. Her okulu bitirdiğinde, okul yapsın diye başka yere tayin etmişler. Karaköy’de 118 yatılı öğrenci vardı. Anası babası olmayan fakir çocuklar alınıp, yatılı okula verilirdi. Ben ilkokula geç gittim. Yıl 1935. Beni ilkokula kaydeden de, ilkokulu bitirdikten sonra beni Köy Enstitüsü’ne aldıran da odur. Celal Dikmen de benim hayatımı kurtaran insanlardan biri. Köy Enstitüsü’ne girmek için Düzce’de imtihan olman lazım dediler. Düzce, 15 kilometre uzakta. Sabahleyin, güneş doğmadan, yürüyerek gittim. Benim gibi 56 çocuk daha gelmişti. “Arifiye Köy Enstitüsü’ne girmek istiyorum. Kabulünü rica ederim.” diye bir dilekçe yazdırdılar herkese. İlk defa Arifiye Köy Enstitüsü ismini orada duydum. Yıl 1941. Sınav, herhalde mecburiyeti olan bir şey değildi. 1942 Ocak ayında, “Kazandınız. Gelin.” dediler. Dayım, Düzce’de esnaftı. Beni notere götürdü, kefillik yaptı. Okula kayıt olurken, yanımda bir çocuk daha vardı. “Ben de gitsem, alırlar mı acaba?” diye sordu. Dayım, “Ben onun için rica ederim.” dedi. Beni aldılar, yanındaki çocuk için de dayım, çok çalışkan diye anlattı. O dönem zaten öğrenci arıyorlar. Adı, Hidayet Cesur’du. Köy Enstitülü öğretmenler köyleri dolaşırdı. Köy çocuklarına ne yapacaklarını öğretirlerdi. Bakanlıkta kimin sağlıkçı, kimin öğretmen olmak istediğine dair soru sordular. O dönemde köyler hastalıklarla boğuştuğu için ben sağlık bölümünü seçtim.

Esmeri Alev Ekebaş: 1937 Yılında Köy Eğitmenleri kursu ile ilk kuruluş aşaması başlayan, 1940 yılında Arifiye Köy Enstitüsü olarak bilim, sanat, uygulamalı dersleri ile üretim merkezi olarak ülkemize kazandırılan okulunuz için bize bilgi verir misiniz?

Muhsin Civelek: Arifiye Köy Enstitüsü’nde okurken, hastalıkların tipleri ve neler yapmamız gerektiğini öğrettiler. Sağlıkla ilgili kitaplar verdiler. Temizlik ile ilgili bilgiler öğretildi. Bize öğretilen bu bilgileri ve ne yapılması gerektiğini köylülere anlatırdık. Pislik ve hastalık yaygındı. Köyün kadınlarına ve erkeklerine neler yapmaları gerektiğini öğretirdik. Askerliğimi Yedek Subay olarak yaptım. Bir Albay “Bravo! Salgınları durdurdunuz.” diye bizi övdü. Köylüler, anlatılanlara çok ilgi duyuyorlardı. Hangi hastalığa karşı hangi ilacı, almaları gerektiğine dair inceden inceye sorular sorarlardı.

Esmeri Alev Ekebaş: Köy Enstitüsü’nde, uygulamalı olarak hangi dersleri aldınız? Arkadaşlarınızla köylerinize öğretmen veya sağlıkçı olarak döndüğünüzde, bu eğitimin toplumun aydınlatılmasına geri dönüşümü nasıl gerçekleşti? Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve devrimlerinin aydınlanmasını topluma nasıl aktardınız?

Muhsin Civelek: Her yerde bir alev yükselmiş, kuruluş aşamasında köylüler bile büyük bir arzu ve istekle açılışlarını beklemişti. Sağlık konusunda çok ilkel uygulamalar vardı. Aileler çocuklarını okula göndermiyorlardı. Köy Enstitüleri açıldığında, herkes çocuklarını okula göndermek istedi. Köylüler tarım uygulamalarını daha bilinçli olarak yapmaya başladı. Büyük eğitimci devin şu sözleri bu enstitülerin ideallerine ve planlarına ne kadar da uymaktadır: “Yurtta yalnız kurtarıcı ve lider yetiştirmek yeterli değildir. Yurttaşlar, yurdun politik, ekonomik ve kültürel gelişimine katılacak bir eğitim görmelidir.” Cumhuriyet politikalarını aynı heyecanla yürütecek, siyasi sorumlu olarak doğru bir seçimle Milli Eğitim Bakanlığı’na, 1938 yılında Hasan Ali Yücel getirilmiştir. Doğu kültürü ile yetişmiş, fakat batı kültürünü de çok iyi bilen büyük bir eğitimci, kültür devrimcisi olan Hasan Ali Yücel ile görevin uygulayıcısı Asya Kıtasının en büyük eğitimcisi kabul edilen İsmail Hakkı Tonguç, bu büyük kültür ve eğitim devrimini üstlenmişlerdir. Onlar, Eğitmen Kursları, Köy Enstitüleri, Halkevleri ve Halkodaları ile dünya klasiklerini tercüme edecek bir tercüme bürosu kurmak suretiyle, Türk toplumunun kültürünü zenginleştirecek yönde, büyük katkılarda bulunmuşlardır. 17 Nisan 1940 günü Köy Enstitüleri Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmiştir. Bu kanun gereği, ikinci Dünya Savaşı’nın doğurduğu zor koşullara karşın okuyan öğrencilerin emeği ile 1947 yılına kadar 21 Köy Enstitüsü ve bir de Hasanoğlan’da Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu. Köy Enstitüleri’nin amacı büyük Önder Atatürk’ün, hedefleri doğrultusunda köylüleri sağlık, ekonomi, tarım, kooperatifçilik ve hayvan bakımı alanlarında çağa yaraşır biçimde eğitmek ile ekonomik yönden güçlendirilecek konularla bilgi ve becerilerini geliştirmektir. Bu branşlar içinde personel yetiştirmekle de yükümlüdürler. Atamızın sözü şudur: “Köylümüzün gönenç içinde, mutlu ve sağlıklı olarak yaşaması için uygar insanlık düzeyine çıkarma amaçlarına uygun, köyü kalkındırma ve köylüyü bu suretle canlandırma ülküsü hayat bulacaktır.”

Esmeri Alev Ekebaş: Okulunuzda kız ve erkek öğrenciler hangi dersleri alıyordu? Uygulamalı dersleri ve hafta sonu çalışmalarınız nasıl oluyordu? Öğretmen ve sağlıkçı olarak mezun veren sınıflar ayrı mıydı?

Muhsin Civelek: Ayrı ayrı sınıflarda eğitim gördük. Fen ve sağlık öğrencilerinin sınıfları ayrı ayrıydı. Kız ve erkek öğrenciler aynı dersleri alıyordu. Beraber oturup, beraber eğitim alıyorduk. Birbirimize derslerimizi anlatarak tartışmalar yapıyor, mütalaalarda bulunuyorduk. Kızlar erkekler birlikte Zeybek oynardık. Bu zorunluluk değildi. Herkes zevk alırdı bu tip etkinliklerden. 5 gün kültür derslerine ayrılır. 15 gün iş, 15 gün ders. Yaz da dahil. Bizde tatil yoktu. Bir ay izin vardı. Sağlık kolunda, genel derslerin yanında gördüğümüz mesleki yeni dersler şunlardı: Anatomi, fizyoloji, patoloji, mikrobiyoloji, epidemiyoloji, iç hastalıkları, küçük cerrahi, çocuk hastalıkları ve bakımı, hijyen, köy sanitasyonu. Derslerden bir anı: Enstitümüzde, insan vücuduna ait plastik modeller vardı. Anatomi dersinde kemikleri gösteren bir erkek ve bir kadın plastik model üzerinde ders yaparken, ilk defa bir kadın vücudunu çıplak olarak görüyorduk. Başladık gülmeye. Dr. Orhan Bey, bize dönüp; “İki gün gülün ama sonra gülenlerin anatomiden alacağı not sıfırdır” deyince, kendimize geldik.

Esmeri Alev Ekebaş: Yılda 25 kitap okuma zorunluluğu size ne kazandırdı?

Muhsin Civelek: Kitap okuma alışkanlığı kazandırdı. Her Köy Enstitüsü’nde olduğu gibi Arifiye Köy Enstitüsü kitaplığı da oldukça zengindi. Kitaplar öğrencilerin algılarını zenginleştiriyordu. Kitap okumayı bir alışkanlık haline getirmemize öğretmenlerimiz çok önem verirdi. Kütüphanelerde her ülkenin kültürüyle ilgili bir kitap bulabilirdiniz. Bir gün kütüphanedeki nöbetçi arkadaşımıza Romanya üzerine bir kitap olup olmadığını sorduğumda, bana, “Asılmışlar Ormanı” isimli bir kitabı hiç düşünmeden çıkarıp vermişti. Öğrencilerde ilk kitap sevgisi, Cervantes’in Don Kişot isimli eseri ile başlardı. Ardından öykülere geçilirdi. Öncelikle Yunan klasikleri okunurdu. Sınıflar ilerledikçe, konular ve ilgi alanlarımız değişiyordu. A. J. Cronin’in Şahika isimli kitabı sıklıkla okunurdu. Sınıflar ilerledikçe, kitaplar da doğal olarak değişiyordu. Bunlar arasında Eflatun’un Devleti, J.J. Rousseau’nun İtirafları, Amerikan, İngiliz, Fransız, Rus, Alman klasikleri, ilginç bilimsel araştırma kitapları, örneğin Polonyalı Papaz Kopernik’in güneş sistemi, uzay hakkındaki buluşlarına ait olayları anlatan kitaplar vardı.

Esmeri Alev Ekebaş: Mezun olduktan sonra nerelerde görev yaptınız?

Muhsin Civelek: Mezun olduktan sonra ilk görev yerim doğum yerim olan Düzce ve civarıydı. Daha sonra Türkiye’nin birçok bölgesinde görev yaptım. Güneydoğu’da şu anda hatırlamadığım bir bölgede görev yaparken, çok ilginç anılarım oldu. Köylere rahatça ulaşabilmemiz için enstitü tarafından bir binek atı verildi. Anadolu’nun her yerleşim yerinde adeta olağan görülen tifo, çiçek, tifüs, kızamık, cüzzam, trahom hastalıkları yüzünden köylerde çocukların ve büyüklerin ölümleri adeta kader sayılmaya başlamıştı. 1947 yılında Yığılca beldesine atandım. Bölgeye atanmamdan itibaren, 2 yıl içinde tedavi yönetmeliğine göre bu insanların tedavileri sağlandı. Askerlik görevinden sonra 1956 yılında Kırklareli’nin Lüleburgaz ilçesine atandım. 1958 yılında Sarıyer ilçesinde gezici sağlık memuru olarak görevlendirildim.

Esmeri Alev Ekebaş: Arifiye Köy Enstitülü Sağlık Memurunun Anıları kitabınızı ne zaman yayınlattınız? Kitabınızda sizi en çok etkileyen anınızı aktarabilir misiniz?

Muhsin Civelek: “Arifiye Köy Enstitülü Sağlık Memurunun Anıları” kitabım yayınlandı. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları / Arifiye Köy Enstitülü Sağlık Memurunun Anıları, Muhsin Civelek / Yayına Hazırlayanlar: Şefika Görgülü Kamçez ve Karabey Aydoğan. Röportajımızda kitabımdan alıntı yapabilirsiniz. Bu noktada ilginç bir anımı anlatayım. Sanırım 1965-1967 yıllarıydı. Okulumu çocuklarla birlikte ziyaret etmek istedim. Müdür bana dedi ki, “Hocam, nerede öğretmenlik yaptınız?” Dedim ki; “Ben öğretmen değilim, sağlık memuruyum”. “Siz yanlış geldiniz, burası Öğretmen Okulu” dedi. Ben de, “Değil, Köy Enstitüsü. Orada öğretmen okulu yazmıyor, Köy Enstitüsü yazıyor.” dedim. “Enstitü ne demek, biliyor musunuz?” dedi. “Peki, size bir şey soracağım. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde sadece mühendis mi yetişiyor?” dedim. “Orada mühendis de müzisyen de yetişiyor. Orada köye Öğretmen Okulu dese, tamam haklısın, zaten kuruluş felsefesi de budur. Köy Enstitüleri Kanunu’nun 1. maddesi, “Buralarda öğretmen, eğitimci ve köye yarayan meslek erbabı yetiştirilir” der. Burada, köy doktoru, ziraatçı, Kooperatifçi yetişecek. Hatta sınıfta kalanları bile marangoz yapıyorlardı. Bazılarına, “İnşaat Ustası” diye belge verdiler.

Esmeri Alev Ekebaş: Sizi yaşamınız boyunca en çok kimler etkiledi? Bire bir görüştüğünüz aydınlanma devrimlerine katkıda bulunan isimler, o kişilerle anekdotlar hatıralarınız da var mı?

Muhsin Civelek: Beni en çok etkileyen İlkokulda Celal Dikmen öğretmenimdi. Benim Köy Enstitüsüne gitmeme yardımcı olmuştu. Bir gün önüne çıkarak, “Öğretmenim okumak istiyorum. Ama ailemizin olanakları kısıtlı olduğu için gidemiyorum. Bana yardım edebilir misiniz?” diye ricada bulundum. Celal Bey biraz düşündükten sonra, “Ben sana haber gönderirim, sen merak etme.” diyerek, bana güven, umut ve bir ışık verdi. İki ay bekledikten sonra sevindirici haber geldi. Düzce İlköğretim Memurluğuna gidip başvurmam gerektiğini bildirdiler. Diğer hatırladığım anılarımdan birisi de Aşık Veysel ile ilgili. 1942 yılında bir gün, yemekhane nöbetçisiyim. Yemek yenildikten sonra nöbetçi öğrenciler, bulaşık tabaklarını, çatalları ve kaşıkları masalardan toplarlardı. Masalar silinir, süpürülür, paspas yapılır, ortalık temizlenirdi. Aşık Veysel Şatıroğlu, yanında yardımcısı Küçük Veysel ile gelirdi. Onların yemeklerini verirdik. Aşık Veysel, “Muhsin Bey oğlum, sıladan bir name geldi. Şunu bir okuyabilir misin? Dinleyelim.” dedi. “Okurum öğretmenim.” dedim. Gelen mektubu ağır ağır okudum. Dudakları mutlulukla büküldü. Sanki gözümün içine bakar gibi, yüzünü bana çevirdi, “Muhsin Bey oğlum, hazır buraya oturmuşken, bu namenin bir aynını yazıverir misin?” “Seve seve öğretmenim” dedim. İstediği nameyi yazdım. Hoşuna gitti. Bundan sonra birkaç defa daha mektup yazdık birlikte. Ruhu şad olsun.” Bir diğer anım da, yatakhane ve lojmanlara gereksinim çok olduğundan, inşaata öncelik veriliyordu. 1943 yılı Eylül sonu olması gerek, İsmet İnönü, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’la beraber yolu üstünde bulunan enstitümüze uğradı. Bizler, konuklarımızdan habersiz, inşaat epey ilerlemiş, yatakhane duvarı örmeye çalışıyorduk.  Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü sordu, “Ne yapıyorsunuz?”
Öğrenci: “Cumhurbaşkanım, binanın duvarları bitti, çatısını kapatmak için çatı makası yapıyoruz.”
Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü; “Bunu neye göre yapıyorsun?”
Öğrenci; “Mimarın yaptığı plana göre yapıyorum.”
Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü; “Bu eğitim ne işe yarıyor?”
Öğrenci; “Bölgenin iklim koşullarına göre kar, yağmur, rüzgâr, çatıya binen yüke göre hesap edilmiş. Planı görmek ister misiniz?”
Bu arada Hasan Ali Yücel, benim ne yaptığımı sordu; “Bu yaptığın duvarın neresi?”
Ben de, “Şu çıkıntı, pencere ile kapının arası. Ördüğüm kısım ise pencere kenarı.”
Hasan Ali Yücel, “Bu boşluğu sen mi bırakıyorsun?”
“Hiç olur mu? Plan burada.”
Duvara dayalı planı açtım, ara mesafenin santimi, bu duvar kalınlığı ve yerden yüksekliği tabandan tavana kadar derken, rahmetli bakanımız gruba doğru yürümeye başladı. İsmet İnönü’nün yanına gider gitmez mutlu bir yüz ifadesiyle, “Paşam, bunlar plan okumasını da öğrenmişler” dedi. Sevgi yüklü bu söz üzerine rahmetli İnönü, aynı mutluluk ifadesi ile başını sallayarak Bakan’ı onayladı. Doğal olarak aynı mutluluğu paylaşan İsmail Hakkı Tonguç da gurur duydu. Bu gezinin enerjisine, mutlaka bir enerji kattığına hep inanmışımdır.

Esmeri Alev Ekebaş: Öğretmenleriniz ve birlikte mezun olduğunuz arkadaşlarınızdan hatırladıklarınız var mı? Şu an görüştükleriniz var mı? Köy Enstitüleri kapatılınca neler hissettiniz? Kapatılmasaydı, aydınlanma devrimleri devam eder miydi?

Muhsin Civelek: Öğretmenlerimden, Okul Müdürümüz Süleyman Edip Balkır, bize okuma alışkanlığını aşılamıştı. Aşık Veysel de gelirdi bir ara. Biyoloji dersimize Cahide Ürkmez Hanım girerdi. İlkokuldaki öğretmenimiz Celal Dikmen, heykeli dikilecek adamdı.. 15 Mayıs 1950’deki iktidar değişikliği ve devrim treninin makas değiştirmesi Türkiye’nin makus talihinin yeniden hortladığı acı bir gündür. Demokrat Parti’nin icraatlarından bir diğeri de, halkın kültür düzeyini yücelten, Aşık Veysel gibi, onlarca ozan, tiyatrocu, ressam, müzisyen ve diğer sanat elemanlarını yetiştiren, halk kültürünü ayakta tutan, güzelim Halkevlerini, Halkodalarını kapatması olmuştur. Bu kuruluşlardaki kütüphaneler boşaltılmış, yüz binlerce kitap kamyonlara yüklenerek, kağıt yapılmak üzere İzmit Kağıt Fabrikası’na taşınmıştır. Müzik aletleri, tiyatro çalışmaları için gerekli yiyecek ve aksesuarlar da isteyene dağıtılmıştır. Oysa köylerimizi, kültür, sağlık, tarım ve ekonomik yönden kalkındıracak olan Köy Enstitüleri, dünyadaki belli başlı eğitimcilerin öyküsüyle birçok ülkeye de önerilmişti. Köy Enstitüleri, 1923 yılı ile 1950 yılları arasındaki uygarlık ve kalkınma kazanımları ile birlikte önce tufanın, sonra da arkadan gelen kasırganın etkisine uğrayarak yeni iktidar tarafından 1954 yılında temelli kapatıldı. Devrimle elde edilen eserlere baltalar bir bir inmeye başladı. Hızını alamayan karşı devrim Türkçe ezanın eski sistem Arapça okunması ile başlamış, ışık saçan o güzelim Halkevleri, Halkodaları ve Köy Enstitüleri, bir daha açılmamak üzere kapatıldı. Peki, sonra ne mi oldu? Genç Cumhuriyet kendi ulusuna karşı, sevgi ve empati duymayan bağnazlıklarla cahillikleri işleyen din tüccarlarıyla halk, dalkavukların elinde kalınca ne yazık ki 1920’li yıllara geri dönüldü. Bu düşüncenin Türkiye’de neden olduğu sosyal, kültürel ve ekonomik yıkım, günlük basından da izlenebiliyor. Sonuç olarak, istenilen ve beklenilen köyleri canlandırma hizmetleri, karşı devrimcilerin insafına bırakıldı. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi, bağımsızlık, aydınlanma ve laikliktir. Köy Enstitüleri’nin kuruluş felsefesi, aydınlanma yönündedir. Halkı bilinçlendirmektir. Halkı bilinçlendireceksin ki toplum uygar olabilsin. Platon’a göre demokrasi için esas ilke, halkın egemenliğidir. Ama bu halkın, iyi eğitimli olması gerekir. Aksi takdirde demagoglar yetişir. Otokrasi ve oligarşi gerçekleşir.”

Muhsin Civelek’in fotoğraflarını çekip röportajımıza katkıda bulunan Ali Rıza Erdoğan’a teşekkür ederim.

Fotoğraflar: Ali Rıza Erdoğan

1 Comment

  1. Yaşayan bir Tarih! Türkiye Cumhuriyeti nin gelismesi için uğraşmış bir Nefer!Allah uzun ömür versin Muhsin Amcaya, ömrüne neler sığdırmış.

Nüket için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*