SON SÜNGERCİ
Esmeri Alev Ekebaş / DieGazete.de / Datça
Bir balıkçı atasözü der ki “Çekilip kabuğuna inci ol. Varsın derinden seni, nefesi yeten çıkarsın.” Derin su dalgıcı, son süngerci, iyi bir araştırmacı, turizmci ve dostlarının çok sevip ‘gönül adamı’ dedikleri Aksona Mehmet Baş, derin maviliklere büyük bir aşkla bağlanışını, Son Süngerci (Naviga Yayınları) kitabını ve süngercilik mesleği anlattı.
Aksona Mehmet Baş, 15 yaşında bir çocukken, kendini bu muhteşem deniz kültürünün içinde buldu ve yarım yüzyıldır bu deniz kültürünün içinde yoğruldu. O, “Üzerinde yaşamış olduğumuz bu muhteşem topraklarda sünger avcıları olmasaydı, denizcilik ve deniz turizmi kesinlikle bu seviyede olmazdı. Koca deryaların altına bakmam, benim derin maviliklere büyük bir aşkla bağlanmama yetti de artı bile. Tüm çabam, derin maviliklerin isimsiz kahramanlarına bir vefa borcu olarak bu deniz kültürünü gelecek nesillere, birinci elden aktarmaktır” diye söze başladı. Ben sordum, kadim meslek süngerciliğin son duayeni Aksona Mehmet Baş yanıtladı.
Esmeri Alev Ekebaş: Sayın Aksona Mehmet Baş, Deniz altını ilk keşif, derin maviye ilk merhaba; ne zaman, nerede gerçekleşti, ne hissettiniz? Lakabınız, isminizin önüne geçti. Bu konuya değinir misiniz?
Aksona Mehmet Baş: Çiftlik köyde 10.01.1950 tarihinde doğdum. Çocukluğum deniz kenarında geçti, çünkü deniz kenarında ekip biçtiğimiz tarlalarımız vardı. Bu vesile ile denizleri biraz da olsa tanıma imkanı bulmuştum. Sülalemde hiç denizci olmamasına rağmen, 13 yaşlarında değerli bir büyüğümün maskesiyle koca deryaların altına bakmam, benim derin maviliklere büyük bir aşkla bağlanmama yetti de artı bile. 1965 yılında sünger avcılığına başlayıp, uzun yıllar başka başka teknelerde ve kaptanlarla çalışıp güzel bir tecrübe kazanınca, 1981 Şubat ayında, Şafak isimli süngerci teknesini satın aldım ve ismini Aksona olarak değiştirip tescil ettirdim. O günden sonra da benim ismim Aksona Mehmet olarak söylenmeye başlandı. Bu ismi seçerken de çok düşündüm. İçinde yoğrulmuş olduğum muhteşem bir deniz kültürü olan süngercilikte, yüzyıllardır, sünger avcılarının çok kullandığı ve bizim içinde hayati öneme sahip bu kelimeyi seçmekle çok isabetli bir karar verdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum.
Esmeri Alev Ekebaş: Sünger avcılığının ülkemizdeki ve dünyadaki tarihinden bahseder misiniz?
Aksona Mehmet Baş: Sünger avcılığı, antik çağlardan bu yana yapıla gelen bir meslek. Yapılan araştırmalardan okuduğum, insanoğlu antik çağlardan bu yana doğal deniz süngerlerini vücut ve yüz temizliğinde hep kullanmış. Doğal deniz süngeri, anti bakteriyel oluşunu, Hipokrat’ın tıp için nasıl kullandığını ve Homeros’un İlyada destanında süngerlerden bahsedildiğini, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi öğretim üyelerinden sevgili dostum Emre Erdan’ın, harika bir araştırması olan “Ege ve Akdeniz’de Süngerciliğin Derin Dip Tarihi” adlı kitabından okuyabilirsiniz.
Esmeri Alev Ekebaş: Derin su dalgıcı, son süngerci, turizmci, iyi bir araştırmacısınız. Datça’daki dostlarınız Sezai Öz ve Gökçer Karaağaç, harika bir dost olduğunuzdan bahsettiler. ‘Son Süngerci’ kitabınıza Sezai Öz Bey sayesinde ulaştım. Savaş Karakaş, televizyon için ‘Son Süngerci’ DVD’si hazırlamış. Naviga Yayınevi tarafından 2015 yılında yayınlanan, 448 sayfalık kitabınızı yazma maceranıza değinir misiniz?
Aksona Mehmet Baş: Sünger avcılığı, Bodrum denizcilik tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Yüzyıllardır usta çırak öğretisiyle devam ede gelmektedir. Üzerinde yaşamış olduğumuz bu muhteşem topraklarda sünger avcıları olmasaydı, denizcilik ve deniz turizmi kesinlikle bu seviyede olmazdı. Bu insanlar, makine çıkmazdan önceleri yelken ve kürekle Kuzey Afrika kıyılarına kadar gitmişler ve böylece Akdeniz’in öte yakalarından çıkardıkları tonlarca süngeri getirip ihracat yaparak, karınca kaderince güzel ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunmuşlar. Ama ne pahasına? Canları pahasına! Beraber sefere çıktıkları ve kader birliği ettikleri arkadaşları vurgun yiyip öldüğünde, oralarda bir yerlere gömmüşler. Bugün, Kuzey Afrika’dan Çanakkale’ye Ege ve Akdeniz kıyılarında yüzlerce mezar taşı beyaz köpüklü dalgalar olmuş, isimsiz mezarlar bırakmışlar. Bugün ekmeğini yediğimiz deniz turizmi olan mavi yolculuk markasını da yaratıp bizlere armağan eden, işte bu derin maviliklerin isimsiz kahramanlarıdır ve bunlar bizim atalarımızdır. Onların anısına ne yapsak azdır. Tanrının bu EDNA kulu da 15 yaşında bir çocukken kendini bu muhteşem deniz kültürünün içinde buldu ve yarım yüzyıldır bu deniz kültürünün içinde yoğruldu. Tüm çabam, derin maviliklerin isimsiz kahramanlarına bir vefa borcu olarak bu deniz kültürünü gelecek nesillere, birinci elden aktarmaktır. Yıllardır sünger avcılarıyla ilgili birçok kitap okudum. Hiçbir sünger avcısı birinci elden bir yazıt bırakmamış, hep dışarıdan üçüncü kişiler gözlemleyip yazmışlar. Doğru ya da yanlış. Tabii ki bunu sorgulamıyorum. Kalemlerine ve yüreklerine sağlık. İşte beni de en çok kamçılayan bu olmuştur ve birinci elden, ömrünü ve gönlünü derin maviliklere adamış bir sünger avcısından, gelecek nesillere bir armağan olsun istedim ve tüm zamanların sünger avcılarına ithaf ettim.
Esmeri Alev Ekebaş: Süngerin çıkarılışı, deli ve uslu süngerden, erişte süngerlerinden, süngerin temizlenmesi ve kurutulmasına kadar verilen emeği anlatır mısınız? Süngerin anavatanı neresidir?
Aksona Mehmet Baş: Bilim insanlarının söylediği, denizlerde altı bin çeşit sünger olduğu ve bu sünger türlerinin içinde sadece beş çeşidinin ekonomik değeri olduğudur. Kaba sünger, Melat, Mandaba, İpsator ve Çumba. Bu süngerleri, delisinden yani diğerlerinden ayırmak tecrübe ister. Bu da zamanla öğrenilir. Pratik yapmadan anlatması çok zordur. Gün boyu çıkan süngerler güverteye serilir ve Güneş’te ölür. Akşam da ayakla düzgün bir şekilde çiğnenir ve Apoş’lara konarak denizde ıslanır. Gece de Apoş’lar güverteye çekilip çiğnenir. Her gün sabah da bu süngerler, tek tek elden geçirilip temizlenir ve keten çuvallara depilir. Çuvallar dolunca da sakin bir yere yanaşılır, çuvallar açılır ve süngerler serilip kurutulur. Herkesin süngeri tartılıp, deftere yazılır. Bu kurutulan ve tartılan süngerler, kuru olarak keten çuvallara tekrar basılır ve Bodrum’a gönderilir. Süngercilik, dünyanın en zor işlerindendir. Ama insanlarımız bu zor mesleği canları pahasına da olsa yapmaya kendini mecbur hisseder. Çünkü başka hiçbir yerde bu parayı kazanmaları mümkün değildir. Ünlü filozoflardan birisi der ki; “Bazı zaruretler vardır ki, yapılmaması gereken işleri bile yapılabilir hale getirir.” Bu iş de böyle bir uğraştır. Erişte süngeri avcılığı oldukça tecrübe isteyen bir iştir. Ekseriyetle de tecrübeli dalgıçlar ve derin sulara dalmak istemeyen yaşlı dalgıçlar tercih ederler. Sünger erişte içinde özel bir nişan yapar, o nişan sayesinde avlanabilir. Bir de Erişte, Ege ve Akdeniz’de maksimum 35-40 metreye kadar olur. Süngerin ana vatanı; Doğu Akdeniz, Ege ve Amerika’nın Florida kıyılarıdır. Başka denizlerde olmaz. Dünyanın en kaliteli süngerleri, bizim süngercilik dilinde Karamanya dediğimiz, Bodrum’dan, Samandağı’na kadar uzanan Akdeniz kıyılarında çıkar.
Esmeri Alev Ekebaş: Bodrum, yıllar önce; kaliteli süngerleri, süngerci tekneleri ve sünger avcıları ile meşhurdu. Zaman içinde süngercilik, yerini endüstriyel ürünlere bıraktı. Sünger avcılığının ülkemizde yasaklanması sonrası, bu kültürü yaşatmak için neler yaptınız?
Aksona Mehmet Baş: Süngere konan yasağın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü yeryüzünde hiçbir gücün, süngere olumlu veya olumsuz müdahale etmesi mümkün değildir. Asırlardır usta çırak öğretisiyle süregelen bu muhteşem deniz kültürünü yasaklayarak yok etmeleri, kesinlikle güzel ülkem için büyük bir ekonomik ve kültürel kayıptır, açıkçası ihanettir. Ben de 1965 yılından beri bu deniz kültürünün içinde yetiştiğim için bunu bir türlü kabullenemiyorum ve deniz turizmiyle bu kültürü birleştirip bütün dünyaya tanıtmaya çalışıyorum.
Esmeri Alev Ekebaş: İki sınıf dalgıç teknesi var: Bu teknelerden bahseder misiniz? Süngerci dilinde Aksona ve Mancorna ne demek?
Aksona Mehmet Baş: Mancorna; süngerci teknelerinin ekibidir. Genç, dinamik elemanlardan oluşur. Sığ su makineleri ile derine dalmak istemeyen, ama çalışmak mecburiyetinde olan dalgıçlardan oluşur. Mancorna; derin suda çalışan birinci sınıf sünger avcıları, yani “sıra dışı” demek. Aksona da yabancı dilde DEKOMPRASYON denilen kelimenin süngercilik dilindeki karşılığıdır.
Esmeri Alev Ekebaş: Hangi tekneler, efsane kaptanlar, eski süngerciler sizi etkiledi? Sünger avcılığını nasıl öğrendiniz? Bu mesleğin sırlarından bahseder misiniz?
Aksona Mehmet Baş: Bodrum’a ilk indiğimde, Tirhandil’ler beni çok etkilemişti. Bunlardan birisi Güven Aysun’un sünger avcısı, birisi de Ömer Cizdar’ın Birlik teknesidir. Efsane kaptanlarımızdan, Birlik’in kaptanı Mehmet Akay, Savran kaptan, efsane dalgıçlardan Kara Abidin gibi birçok dalgıç ve kaptanlarımız gelip geçti bu muhteşem topraklardan ve çoğundan da etkilenmişizdir. Mesleğin sırlarının başında, haddini bilmek gelir. Bana; “Dalmak nedir?” diye sorduklarında, “Kendi nefsini dibine kadar eksiksiz terbiye edebilme sanatıdır.” derim.
Esmeri Alev Ekebaş: Sünger avcılığı ve vurgun, bu zorluklarla mücadele eden insanlar. Sünger avcısı, derin su dalgıcı olarak tehlikeye maruz kaldınız mı?
Aksona Mehmet Baş: Hayır. Yirmi beş bin saat gibi bir zamanı su altında geçirmiş bir insan olarak, ufak tefek bir iki kaza atlatsam da, ciddi bir kaza geçirdim sayılmaz. Bunun nedenleri de sanırım bir önceki cümleler içinde mevcuttur. Bu koca deryalar ve derin maviliklerle uyum içinde, onun kurallarına saygı duyarak dans etmesini öğrenemediğin taktirde kelleni koparıverir, affı veya pardonu yoktur.
Esmeri Alev Ekebaş: Süngerci bayramı var mıdır? Süngercilikle ilgili efsaneler nelerdir? (Kara Mehmet ve Sarı Kız efsanesi gibi.)
Aksona Mehmet Baş: Hayır. Süngerci Bayramı hiç olmadı ki kutlayalım. Keşke olsaydı da her sezon başı kutlayıp, bu derin maviliklerin isimsiz kahramanlarının anılarını yad edebilseydik. Efsanelerden çok gerçek yaşanmışlıklar vardır. Mesela bunlardan birisi: sen kalk Bodrum’un Sıralavaz dağlarındaki bir köyde doğ ve gençliğin baharında atla bir süngerci teknesine, Ege’nin meltemleriyle doldur yelkenlerini. Sonra at kendini Akdeniz’in öte yakalarına. Kimdir bu adam? Cengiz Deniz. Bodrum Karakaya köyünde doğup büyüdü. Her Bodrumlu genç gibi o da derin maviliklerden ekmeğini çıkarmaya karar verip süngerci teknelerinde çalışmaya başladı. Bu arada İstanbul’dan bir genç, Güven Aysun, süngercilik yapmak üzere Bodrum’a gelir ve Sünger Avcısı isimli çok güzel bir Tirhandil yaptırır. İçerisinde, o günlerin en güzel makinelerinden 10 beygir gücünde İskandia vardır. Güven kaptan, 1965 sezonuna hazırlanıp kumanyalarını ve dalgıç ekibini hazırlarken, Cengiz Deniz ile yolları kesişir ve o da Güven kaptanın ekibine katılır. Çalışmak üzere gidecekleri yer, Kuzey Afrika’da Libya kıyılarıdır. Yıl 1965, Mayıs sonları. Güven kaptan ve ekibi eş dostlarıyla vedalaşıp, Bodrum limanından vira demir eder. Ver elini Bingazi. Oralarda, çok zor şartlar altında, aç susuz çalışırlar. Çünkü Libya hükümeti yeni kararlar alıp, yabancı bayraklı teknelerin çalışmasını zorlaştırmıştır. Bir gün kısa dalga radyodan haberleri dinlerken, Türkiye ve Tunus arasında yeni ticaret anlamaları imzalanmıştır diye duyduklarında, bir gece tası tarağı toplayıp Tunus’a doğru yol verirler. Uzun bir yolculuktan sonra Tunus’un Sfaks limanına funda demir ederler. Burada Süngercilik Kooperatifi vardır. Hemen bizim ekibe sahip çıkarlar. Bir anlaşması imzalayıp başlarlar orada çalışmaya. Çok güzel işler yaparlar. Bir gün kooperatif başkanının kızıyla tanışır bizim Sıralavazlı Cengiz ve tam da benim aradığım denizkızı bu der. Kız da onu beğenir ve birbirlerine aşık olurlar. Sonunda evlenip yurt yuva kurarlar. Bu arada kaptan Güven de bir Fransız hatuna tutulur. Deli gibi severler birbirlerini. Üç beş yıl sonra, Cengiz’in çocukları olur, Güven de Fransız aşkıyla birlikte teknesine binip Fransa’ya gider. Cengiz Deniz de, Tunus vatandaşı olur ve kalır bu gurbet ellerde. Güven Aysun’un da çocukları olur. Yerleştikleri yer, Normandiya kıyılarıdır. Burada beş yıl önce ölür ve buralara gömülür kalır. Cengiz Deniz de mutlu yaşamına hala Tunus Sfaks’ta devam etmektedir. 2013 yılı Mart ayı başlarında gidip gördüm bizlere ilham vermiş, derin maviliklerin ve yaşadığım toprakların bu güzel adamını. Sarıldım boynuna ve gözyaşlarımı tutamadım. Bundan daha güzel efsane mi olur? Bugün Bodrum’da tekne yapımcılığı ve denizcilik gelişmiş ve birçok sektöre ekmek kapısı olmuşsa, bu isimsiz kahramanlara çok şey borçluyuz.
Esmeri Alev Ekebaş: Aksona Mancorna teknenizi nasıl yaptınız? Aksona, suyla nasıl, nerede buluştu? Teknenizle nerelere seferler yaptınız? Mavi sularda kaç deniz mili yol aldınız? Sizi etkileyen; acısı, tatlısı ile hangi anılarınızı okurlarımızla paylaşmak istersiniz?
Aksona Mehmet Baş: Aksona Mancorna teknemi almadım, sıfırdan yaptırdım. Her bir yerindeki en ufak parçası bile yerine konurken, çakılırken elimden geçmiştir ve yarım yüzyıllık bir hayalimin ürünüdür. Tamamen kendi kafamdaki bir dizayndır. Bodrum’da sıfırdan tekne yaptırmak çok zor bir iştir. İnsanın ömründen çok şeyleri alıp götürür ve bir daha da geri getirmez. Doğu Akdeniz’i Tunus’dan Sicilya’ya, Karpas’dan Çanakkale’ye, Doğu Akdeniz, Ege ve Adriyatik dahil yüzlerce mil kat edip koca deryaların altında ve üstünde silinmez izler, unutulmaz dostluklar bırakıp geldik.
Esmeri Alev Ekebaş: ‘Bodrum Su Altı Takımı’ ile birlikte milli bir heyecanda yaşadınız. O günler için bu bir başarı hikayesiydi. Su Altı Takımı’nda Milli Sporcu olarak ülkemizi nerelerde, kaç kez temsil ettiniz? Bir de yelken yarışlarına halen katılıyor musunuz? Pandeminin yarışlara etkisi oldu mu?
Aksona Mehmet Baş: Yelken yarışlarını hiç kaçırmam. Ama maalesef bu yıl pandemi nedeniyle yarışlarımız yapılamadı. Bu da bizi ve yarış severleri üzdü. Her şey, 1985 yılı Haziran başlarında Bodrum’da yapılan Dünya Şampiyonası elemeleri yarışmalarında başladı. Bu yarışmada ben, ferdi klasmanda birinci oldum. Bodrum Su Altı Takımı olarak da birinci olduk. Bir takım üç kişiden oluşuyordu. Milli takım da üç kişi olarak yarışlara katılıyor. Ben, ferdi de şampiyon olunca milli takıma seçildim. Haziran ortalarında İspanya Mayorka adasında Dünya Şampiyonası vardı. Bu yarış sonrası hemen Bodrum’da kampa alındık ve hazırlıklar başladı. Mayorka’da yapılan yarış, muhteşem bir organizasyondu. Dünyadan çok büyük bir katılım vardı. Burada şampiyon olamasak da ferdi de ve takım olarak da güzel bir derece elde ettik. Zaten böyle yerlerde ev sahibi takımın dışında şampiyon çıkmaz.
Esmeri Alev Ekebaş: Dalış turları yaptırmaya nasıl karar verdiniz?
Aksona Mehmet Baş: Seksenli yıllarda deniz turizmi gelişmeye başlayınca, mecburen antenlerimizi buraya diktik ve 1986 yılında süngerler, Ege ve Akdeniz’de hastalık kapıp yok olmaya başlayınca süngerciler, mecburen yat turizmine geçiş yaptılar. Ben de baktım ki bu şekilde yürümem mümkün olmayacak, 1987 yılında yaptırdığım on iki metrelik bir Tirhandil ile süngercilik ve denizcilik tecrübemle dalışlı mavi yolculuğa başladım.
Esmeri Alev Ekebaş: Halikarnas Balıkçısı’nın ünlü romanı ‘Deniz Gurbetçileri’ dizi film yapılıyordu. Bu çalışmanın içinde nasıl yer aldınız?
Aksona Mehmet Baş: Bu film için yaptıkları ön çalışmada beni buldular. Tabi ki bu çekimlerde dalış teknesi olarak en uygun, benim mavi boncuk Aksona vardı. Tercih edilmemizin nedeni de budur. Aşağı yukarı üç ay, bu film için çalıştık ve sonunda da emeğimizin tamamını alamadık. Buna üzüldük. Ama, maalesef yazılı bir anlaşmamız olmadığından yapacak bir şeyimiz yoktu, çünkü eski Bodrum usulü, sözlü bir anlaşmaydı.
Esmeri Alev Ekebaş: ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ olarak UNESCO’ya önerilmeniz nasıl bir duygu?
Aksona Mehmet Baş: Tabi ki güzel bir duygu. Benim böyle bir şeyden haberim ve bilgim yoktu. Birkaç yıl önce, İstanbul’da bir denizcilik fuarında, Milliyet’ten çok sevgili can dostum Gökhan Gültekin Karakaş söyledi; “Abi, senin bu yaptığın işin bir karşılığı var.” Ben de; “Nedir o?” deyince, “Sen olmasan, Türkiye kamuoyu süngerciliği unuttuydu. Senin sayen ve çabalarınla gündemde tutuluyor. Gel, seni, UNESCO yaşayan insan hazineleri ulusal envanterine kaydın için bu dalda aday gösterelim.” deyince başladı bu iş. Bundan sonra da ilk olarak sevgili Bayram Öztürk hocamızın başında olduğu TÜDAV başvuruyu yapıp, beni aday gösterdiler. Hemen arkasından da Bodrum Deniz Ticaret Odası, 2017 Mart ayında, Muğla üzerinden başvuru yapıp beni aday gösterdi.
Esmeri Alev Ekebaş: Sabahattin Eyüboğlu, Cevat Şakir, Azra Erhat. Bu isimler size neler çağrıştırıyor?
Aksona Mehmet Baş: Bu isimler bana çok şey hatırlatır. Bugün, bütün sektörlerin ekmeğini yediği ve geçim kaynağı Bodrum’un ekonomik lokomotifi, mavi yolculuk dediğimiz markayı bizlere armağan eden değerli büyüklerimizdir. Hepsini Halikarnas balıkçımızın manevi huzurunda saygıyla selamlıyorum.
Esmeri Alev Ekebaş: Pandemi, iklim değişikliği, çevrenin kirlenmesi, denizlerimizi ve deniz emekçilerini nasıl etkiledi? Deniz emekçileri dayanışması oluştu mu? Ayrıca Süngercilik Tarihi Müzesi yaşama geçebilecek mi? Bu konuda çalışmalar yapılıyor mu?
Aksona Mehmet Baş: Olumlu, olumsuz, anlayana çok etkiledi. On yıldır gözlemlediğim; doğa, insanoğlunun gasp etiklerinin intikamını olanca gücüyle geri almaya geliyor. Bizde bir laf vardır, kuşaktan kuşağa söylenir gelir; “Lafın tamamı aptala anlatılırmış.” Sanırım, anlayana bu kadarı yeter. Aksona Mehmet Baş: Evet yapılıyor. Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras söz verdi ve gördüğüm kadarıyla da çalışmalar ufaktan devam ediyor. Umarım bir an evvel hayata geçer, çünkü bu muhteşem topraklarda geç kalmış bir proje.
Esmeri Alev Ekebaş: Son Süngerci filmi ile ilgili bilgi alabilir miyim? Diğer yandan Bodrum’da Melat Süngeri Heykeli sanatçı Halil İbrahim Sever’in elinde ilmik ilmik işlendikçe neler hissettiniz?
Aksona Mehmet Baş: Son süngerci filmiyle ilgili alabileceğiniz en güzel ve net bilgi, kitabın arkasında, DVD’de kayıtlı. En güzeli, oradan izlemek; bilgiyi oradan almak. Naçizane önerim budur. En içten sevgi ve saygılarımla. Aksona Mehmet Baş: Gökova’nın derin maviliklerinden, 06 Ekim 2011 de Raif Okyar Bangosu’nun 60 metresinden çıkarmış olduğum bu muhteşem Melat süngerinin heykeli. Bu muhteşem toprakların yetiştirdiği büyük sanatçılarımızdan Halil İbrahim Sever’in elinden, ilmik, ilmik işlenerek bu güzelliği kazandı. Bu süngeri çıkardığımda, hiç böyle bir şey düşünmemiştim. Zaman içinde başta kitabıma kapak oldu, sonra kaç kişi satar mısın diye sordu, yeryüzünde bir ikincisi de olmadığı için başka ellere bırakmam mümkün değildi, evimin en güzel köşesine koydum onu, gelecek nesillere hatıra olsun istedim. Bir gün geldi bir güzel adam çıktı ve bunu ilmik ilmik işleyip heykel’e dönüştürdü ve için de yoğrulduğum muhteşem deniz kültürünü gelecek nesillere armağan etmek üzere ölümsüzleştirdi. Tabi ki heyecan duymamak elde değil, çünkü yüzlerce yıl Bodrum’un en güzel yerinde, Bodrum’un hafızası olarak yaşayacaktır. Bu eserin her bir gözeneklerinde, asırlardır Kuzey Afrika’dan, Çanakkale’ye, Ege ve Akdeniz kıyılarında isimsiz mezarlar bırakmış, mezar taşları beyaz köpüklü dalgalar olmuş, derin maviliklerin isimsiz kahramanları, sünger avcılarının ruhları vardır ve Bodrum’un en güzel yerine, onların anısına dikilecektir.! Halikarnas Balıkçısı ‘Deniz Gurbetçileri’ kitabında yazdığı bir sözü aktarmak isterim: ’Hiçbir çile sünger avcılarınınkinden daha korkunç, hiçbir çaba onlarınkinden daha zor değildir’ İsa’dan sonra III. Yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi Opplanus’un bu sözü Güney Ege denizi dalgıç ve denizcileri için söylenmiştir’
FOTOĞRAFLAR: AKSONA MEHMET BAŞ
İlk yorum yapan olun