İtalya’dan mektup var 6
Birlik, beraberlik, destek, dans ederek…
Gonca Bilgiç / DieGazete.de / Venedik
Bazı insanlar bu hayata başkalarına dokunmak için gelirler. Bugün sizlere iki muhteşem kadından bahsetmek isterim. Bunlardan ikisi de şüphesiz Nicoletta Barizza (57) ve Kety Maso (52). Bundan seneler önce arkadaşım Amabile Bovo beni aradı. Seni çok seveceğin bir yere götüreceğim diyerek Kety ve Nicoletta ile tanıştırdı. Gittiğimiz yer spor salonuydu ve farklı yaşlarda kadınlar, rengarenk kıyafetleri ile dans provası yapıyorlardı. Bir ara teneffüste dans hocası yanımıza geldi. İşte bu Kety idi. Bazı insanlar gerçekten gözleri ile dünyayı okşarlar. Bu iki göz beni orada fethetti. O gün bugün de bu dans grubunun bir parçası oldum.
Bu grubun ismini “Life’s Dance” koymuşlar. Logosuna da Fenice’yi yani Zümrüdüanka kuşunu seçmişler. Hani şu bir önceki yazımda bahsettiğim, kendi küllerinden ölümünden sonra yeniden doğan kuş efsanesi ile bilinen mitolojik hikaye var ya. İşte aynen Nicoletta’nın hayata tutunuşu ve yeniden doğuşu gibi. Bundan taaa seneler önce Nicoletta hayatının en güzel döneminde göğüs kanserine yakalanıyor. Ölüm ve hayat arasında büyük savaşlar veriyor. Göğsünün biri alınıyor. Kanseri atlatmasından sonra, hayatın kendisine ikinci bir şans verdiğini düşünüyor ve her yapmak istediği fakat her zaman ertelediği hayatına yeni bir yön veriyor. Şimdi yaşama zamanı diyor ve dans etmeye başlıyor. Dans hocası oluyor.
İşte tam bu dönemde Kety ile tanışıyor. Kety anne olamamanın üzüntüsünü dans ederek atmaya çalışıyor. Hayatımda tanıdığım en koca yürekli bu iki kadın Nicoletta ve Kety, Life’s Dance derneğini kuruyorlar. Derneğin logosu olarak da dediğim gibi Zümrüdüanka Kuşu’nu seçiyorlar. Ardından da hayatına renk katmak isteyen tüm kadınlara kapılarını açıyorlar. Bir kuruş almadan bu kadınlara, başta oryantal olmak üzere dans etmeyi öğretiyorlar. Öyle yalnız iki şıkıdım yapıp es geçme değil ha, bayağı bayağı ciddi şekilde koreografili, kostümlü organize oluyorlar. Yaz aylarında provaları da, dışarıda doğada gerçekleştiriyorlar.
Bu grup, yani Kety ve Nicoletta, hiç bir kadını yargılamadan, limitlerine saygı duyarak kadınların yeteneklerini, o kadar güzel bir şekilde ortaya döküp gönüllerine dokunuyorlar ki, anlatılır gibi değil.
Aslında yalnız kadınlara hitap etmiyorlar, son senelerde kadınların kocaları ve çocukları da katılıyor. Yani 7’den 70’e herkes orada. Hastanelerde çocukları şovları ile şenlendiriyor, huzurevlerinde yaşlıları eğlendiriyorlar. Ve hatta buraların en güzel tiyatrolarında sahneye çıkıp, dans ederek hikayeler anlatıyorlar. Korona’dan önce “Alice Harikalar Diyarında”yı sahnelediler. Seyirciyi iki saat boyunca neredeyse nefessiz bıraktılar.
Pandemiden önce Berlin’in ünlü dans sanatçısı Eserzade de Life’s Dance ile birlikte ciddi bir program hazırlama sürecindeydi. Güzel bir konu ve renkli bir program ile seyircinin karşısına çıkacaktı fakat Koronavirüs maalesef Eserzade’yi de bizden esirgedi.
Nasıl mı oluyor? İsteyince oluyor vallahi. Oluyor, çünkü Nicoletta ve Kety’nin kocaları, sahne arkasında karılarının bu hayallerini gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapmasalar zaten bu şekilde güzel projelere imza atılması mümkün olamaz.
Pandemi döneminde bu iki muhteşem kadın, “WhatsApp sağolsun” uzaktan da olsa, ekrandan da olsa, derslere devam etti. İnsanlara moral verdi, destek oldu. Ödevler verildi ve pandemi sürecinde her gün evde kal sloganı ile videolar çekildi ve sunuldu. Yeni yeni koreografiler hazırladı ve her üye bu yeni koreografileri öğrenene kadar uzaktan da olsa uğraştı. Bu yeni öğrenilen koreografilerden de güzel bir video hazırlamışlar. Geçenlerde karantinanın kalkmasını kutladığımızda “Life’s Dance karantinada uyumadı” diye karantina dönemindeki çalışmaları izledik.
Her sene olduğu gibi geçen sene de 25 Kasım’da organize olduk. Kadına yönelik şiddete karşı, bizim yazı ve şiir anamız Lorella Barizza güzel bir senaryo hazırladı ve 5 kadın karakterini sahneledik. Life’s Dance önceki yazımda bahsettiğim Ilaria Specchia eşliğinde inanın çok ciddi bir iş çıkardık. Genelde sahne arkasında görevim olur, fakat bu sefer benim de seyirci koltuğunda izleme şansım oldu. Ve tüylerim diken diken oldu. Kah gözlerim yaşardı, kah hüzünlendim, kah sinirledim, kah şaşırdım. Gönül ister ki….
Bu gruba giren bir daha çıkamıyor. İki sene önce palyaço olarak atandım. Hastanelerde veya huzur evlerinde “Clown Fiorella” olarak izleyicilerin yüzlerine tebessüm kondurduğumuz zaman bizler de mutlu oluyoruz. Bana ellinci doğum günümde öyle güzel bir sürpriz hazırlamışlar ki, hala düşündükçe gülümserim. Doğum günümden birkaç ay önce Kety beni aradı. Neymiş efendim, tanıdıklarının gazeteci adayı oğlu, yabancılar hakkında bir makale yazacakmış, bu da üniversite tezi için çok önemliymiş. Üç kişi, yani iki İtalyan ve bir yabancı ile röportaj yapması gerekiyormuş. Acaba onlara eşlik edip, röportaj yapmayı, kabul eder miymişim? O sene bir cuma gününe denk geldi doğum günüm. Olur dedim. Doğum günlerimde çalışmayı sevmiyorum. Dolayısıyla iş yerinden her zaman izin alıyorum. Hayat zaten yeterince yoruyor bizleri. Ben de hiç olmazsa doğum günlerimde kendimi özel hissettirmeyi seviyorum. En yakın arkadaşlarım elleri dolu bana gelirler ve birlikte kahvaltı yaparak günümüze güzel başlarız. Sohbetler ederiz ve akşama da hoş bir yere yemeğe çıkarız.
O gün nihayet geldi ve programım arkadaşlarla güzel bir lokalde bir şeyler içmek, birlikte röportajı yapmak ve sonrasında akşam yemeği için de restorana gitmekti. Beni aldılar, evden bir şeyler içtikten sonra, röportaj için birlikte bana yakın olan kasabamızın minik tiyatrosuna geçtik. Neyse, biz tiyatroya girer girmez beni kapıda Silvia Carraro karşıladı. Hırkamı çıkartıp, çantamı alıp sahneye eşlik etti. Üç tane sandalye koymuşlar sahneye. Kety, Amabile ve ben oturduk ve röportajı yapacak olan genç de geldi ve röportaj başladı.
Sorular geldi, cevaplar verildi ve birden her yer kapkaranlık oldu. Neler olduğunu anlamaya çalışırken sahnede yalnız olduğumu fark ettim. Grubun şiir ve yazı anası Lorella Barizza sahnede belirdi. Şiir okumaya başladı. Benim için yazmış. Sahnede kocaman “İyi ki doğdun Gonca” yazısı belirdi. Lorella şiiri okurken sessizce sahnede Cristina belirdi. Bir köşeye resim sehpasını kurdu ve “Ressam Gonca” kılığında resim yapmaya başladı. İşte, ancak o an durumu anladım. Gözlerim doldu, çok duygulandım çok. Böyle bir şey, hiç ama hiç beklemiyordum.
Lorella sahneyi bıraktıktan sonra birden bire sahneyi süpermarkete çevirdiler. Gruptan birkaç kadın benim alışveriş yaptığım süpermarkette çalışıyor ve benim orada nasıl peynir zeytin aldığımı, diyaloglarımızı komik bir şekilde tiyatroya çevirmişler. Yani parodisini yapmışlar. Benim taklidimi de bayağı güzel yapmışlar. Hatta biraz önce üzerimden çıkardıkları hırkamı giymiş benim rolümü canlandıran Silvia. Alışverişimi şu kırmızı başlıklı kızın sepeti var ya, işte öyle bir sepetle yaparım. Sepetimi de takmış Silvia, aynen benim rolüme girmiş. Konuşma tarzımı hatta aksanımı da taklit etmeyi unutmamış. İtalyancayı hala Alman aksanı ile konuşuyorum. Bir türlü bu Alman aksanı peşimi bırakmıyor, yaaaa maalesef. Bu arada ben sahnenin bir köşesine oturdum ve şaşkınlıkla hayretle ve sevgiyle izlemeye başladım.
İtalya’ya ilk geldiğim dönemler Venedik’in polisine, savcısına, hakimine ve hatta Venedik’teki fahri konsolosa eşlik etmişimdir. Ne zaman Türkiye veya Türk dili konusunda herhangi bir ihtiyaç olsa, ararlar beni. Ara sıra Türkiye’den delegeler İtalya’ya geldiğinde bana yönlendirirler ve onlara eşlik ederim, bizim buraların güzel yerlerini gezdirir, yöresel hikayeler anlatırım ve bazen de abartırım bu yöresel hikayeleri. Fantazide sınır yok ki. Arkadaşlar bunları bildiklerinden, bunu da sahnelemişler. Kartondan bir minibüs belirdi sahnede. Minibüsün içindekilerin hepsi Türk kıyafetleri giymişler. Plakasını da ismimden harfleri ve doğum tarihimi koymuşlar. Sokak ortasına hız sınırı işaret direğini de koymuşlar. Direğe kartondan kocaman “50” altında Gonca ve “no limits” koymuşlar.
Sahne duvarında kocaman Paris resmi belirdi ve ardından Eiffelturm. O arada Amabile otobüsten çıkıp insanlara “Şu an New York’tayız ve gördüğünüz gibi özgürlük heykelinin önündeyiz” diye New York’u anlatıyor güya. Ardından mesela Berlin duvarı görünüyor. Amabile “Şimdi de İstanbul’dayız, bakar mısınız buranın güzelliğine” diyerek İstanbul’un fethini anlattı. Bayağı bir dünya turu yaptılar. Mısır’ın Piramitleri, Pamukkale, Hindistan’ın Taç Mahal’i Berlin Parlamentosu oldu. Buckingham Sarayı ise Potsdam’daki “Schloss Sanssouci” oldu. Tur biter bitmez, birden çiftetelli, Angara’nın Bağları geldi hoparlörden ve hepsi birlikte Angara havasını oynamaya başladılar. Hatta erkek kılığına giren Nicoletta para bile atmaya başladı etrafındaki kadınlara. Çiftetelli oynaya oynaya Nicoletta yaklaşıp bana da para attı. Bu paralardan 50 bin Türk lirasını almışlar, üzerine photoshop ile benim resmimi koymuşlar ve para numarası olarak da doğum günümü eklemişler. Ben o an, o kadar şaşırdım ki, o anki hislerimi kelimelere sığdırmam mümkün değil.
Bir keresinde çocukluk hatıramı anlatmıştım. Ben küçükken, daha köyümüzde yaşarken, ablam hazırlardı kahvaltımızı. Benim görevim de kümese gidip, yumurtaları toplamaktı. Bir sabah ancak iki tane yumurtayla döndüm mutfağa. Bu sefer ablam şöyle demişti, eğer tavuklardan birisini tutup, parmağımı tavuğun poposuna sokarsam, yumurtanın olup olmayacağını anlayabilirmişim. Benim için o küçücük dünyama yepyeni bir pencere açıldı. Durur muyum hemen kümese koştum. İnanın tek tek bütün tavukları sıradan geçirdim. Nasıl bir şeydi bu ya, bu doğa nasıl bir şeydi? Yumurta tavuktan çıkıyordu. Ki ben o güne kadar meyveler nasıl kendiliğinden ağaçta bitiyorsa, yumurtalar da kümeste kendiliğinden bitiyor sanıyordum. O yaşta yumurtaları tavukların yumurtladıklarının farkında bile değilim. O gün çocukluğumda bir dönüm noktası yaşadım. Dünyanın, keşfedilmesi için var olduğunu anladım ve bu güzelim dünya gerçekten de keşfedilmesi gerekiyordu. Dünya harikalar ile doluydu. Her sabah, ama her sabah kümes savaş haline dönüyordu. Teker teker tavukları gün ve gün kontrol ediyordum ki bu böyle babam durumun farkına varana kadar, bayağı bir zaman da devam etmişti. İşte o gün beni aldı karşısına. Hayvanların canını acıttığımı, onları çok korkuttuğumu benim anlayacağım bir dilde anlatmıştı. Bana onları korkutup, canlarını acıtmaya hakkım olmadığını anlatmıştı. O ana kadar hayvanlara eziyet ettiğimin farkında bile değildim ki. Tahmin ediyorum, eğer bu konuşmayı babam yapmamış olsaydı, herhalde bugün hayvanlara tutumum çok acımasız olurdu diye düşünüyorum.
Neyse birdenbire ekranda film oynamaya başladı, bizim kadınlar Disney filmlerden birini “Himmel und Huhn”dan bazı sahneleri almış, yeniden seslendirmişler, iyi mi? Tavuklar sahnede bas bas bağırıyorlar: “Kaçççıııınnnn Gonca geliyorrr, saklanıııııııın.” O kadar güzel ve komik diyaloglar koyarak seslendirmişler ki, işte ben o kadar şaşırıp ve o kadar da gülmüşüm. Daha neler, neler, neler. Şov bittikten sonra sahneyi şark köşesine çevirdiler. Yiyecekler, içecekler, pastalar mumlar, hediyeler, sarılmalar, öpmeler… Gözlerim yaşardı.
Anlatmışken bari bunu da anlatmadan bitirmeyeyim yazıyı. Life’s Dance her sene doğum gününü, Nicoletta’nın doğduğu günü büyük bir çapta güzel bir etkinlikle kutluyor.
Her sene bir konu seçiliyor ve herkes bu konu üzerinde hazırlıklarını yapıyor. Mesela bir seferinde konumuz Hippi zamanıydı. Bir seferinde reklamlardı. Başka bir zaman yıldızlar geçidiydi. Ve bu etkinlikler sayesinde kah Adriano Celentano oldum, kah “Grease”deki John Travolta, kah John Lennon, kah Geisha ve hatta Emel Sayın olmuşumdur.
Ve her seferinde büyük bir titizlikle hazırlıklar yapılır. Kah bir villanın bahçesinde, kah bir restoranda organize oluruz, yemek yedikten sonra şovumuz başlar. Herkes hazırladığı piyesi, dansı, şarkıyı veya diyaloğunu sunar ve en güzeli de, şov bittikten sonra jüri üyeleri ilk üçü seçer ve akşamın sonunda ödüller sahibini bulurdu. Amerika’nın Oskar’ını hiç aratmıyoruz desem yeridir.
Böyle önemli doğum günlerinde sürpriz partiler hazırlamakta bire birdir bizim dans grubumuz. Mesela Giusy’nin 70’inci doğum günü gibi. Giusy grubun en yaşlısı. Beş çocuk annesi, 6 torun sahibi, boş zamanlarında resim yapan, hayat dolu bir insan. Sanat ruhlu, çok yetenekli de bir ressamdır kendisi. Bizim Giusy’nin 70’inci doğum gününe ise kendisine sürpriz resim sergisi hazırladık. Önemli sanat eserlerini, parodi şeklinde yeniden canlandırdık ve bu fotoğrafları önemli bir sergi gibi ciddi ciddi sergi salonu kiralayarak güzel bir şekilde sergilendik.
Tabii ki Giusy’i güzelce kandırdık sergiye gelmesini sağlamak için. Nasıl mı? Sahte bir davetiye hazırladık en çok sevdiği sanatçının sergisine, Photoshop sağ olsun, güzel bir giriş bileti hazırladık ve o gün dalavere ile kendisini oraya getirdik. İnanın orada Giusy mutluluk gözyaşları döktü.
Sizler de birilerine sürpriz mi yapmak istiyorsunuz? Sizler de sevdiklerinizin mutluluk gözyaşlarını görmek mi istiyorsunuz? Fakat aklınıza güzel bir fikir gelmiyor mu? Aklınızda bulunsun, bizde fikir bol. Bu tür organizeler emek istiyor. İşte bütün bu emekleri, perde arkasında çok büyük bir titizlikle Nicolettave Kety veriyor. Vakit bulunmaz yaratılır diyerek, o kadar insanın mutlu olmasını ve gülümsemesini gerçekleştirmek için bazen bu ikili sabah demeden, akşam demeden, gece gündüz demeden uğraşıyorlar.
“Life is Dance”ın hayat felsefesi: Birlik, beraberlik, destek, dans ederek. Peki sizin hayat felsefeniz nedir?
Her şey güzel olacak.
Andrà tutto bene
Reklamlar parodisi
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/455033888555257
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/1139112496281434
https://www.facebook.com/tseriesmusic/videos/3120645771342059
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/403972020302515
io resto a casa – evde kalıyorum
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/632998673915384
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/756727864731469
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/272766480380153
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/553211662008292
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/670702973501119
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/997336810663124
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/656299358523133
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/236467627403894
https://www.facebook.com/1029757873764982/videos/218998482541763
Hayat sürprizlerle dolu,sürprizlerin birisi de sensin Gonca, diģer örneklemeleride sen yazmışsın,çok da iyi yapmışsın.Hayatda güzel şeylerde oluyor örneģine de tamda uygun.Çok güzel haraketler bunlar🙂 teşekkür…
E.U.
Harika olmuş tek kelimeyle ayrıca yazıdaki karakterlerin sanat ın insanlar için oluşunu daha doğrusu sanatın canlanması diye adlandırıyorum ben bunu en iyi şekilde yazıda görüyorum..tabiki bunu sade ve samimi dille ifade edişin ayrı bir güzellik katmış yazına …yüreğine ve kalemine sağlık diyorum
sahane canim bir solukta okudum
😍👍🏽 emegine saglik
Bir film senaryosu gibi.
Muhteşem
Tek kelime ile süper .
Büyük zevkle okudum..
Ne tatlı ne şirin bir hanimsin Gonca.Dogumgunun için yapılanlar beni bile duygulandirdi .Ama dansla Life’s dansla çok ilgilendim.Cunku ben de burada parlak sapkalilar diye bir dans grubunun üyesiyim .Sokakarda huzurevlerinde dansa gidiyorduk ki pandemi geldi .Son gunlerde zoomla yapmaya başladık yeniden.
Hayat güzeldir yeter ki yasamasini bilelim .Kucak dolusu sevgiler
MUHTEŞEM
Life’s Dance .
Dunyanin her yerinde sevgi dolu insanlar var.Sen de sanki mıknatıs gibi çekiyorsun bu kişileri .Bizimde ufkumuz açılıyor .Ne güzel .
Sevgiler Goncacığım .
Nicoletta ve Kety nin yüreğine sağlık.Dünyayımızı güzelleştiren içten,koşulsuz,sevgi dolu onlarca yüreği saygı ile selamlıyorum.
Yazıdan herkesin birbirini ne kadar anladığını,içselleştirdiğini,koşulsuz sevdiğini görmemek mümkün değil
Yüreklerinize sağlık
Con amore🥰
Ne güzel arkadaşlarınız varmış öyle.Dostluğunuz hiç bozulmasın.Keyifle okudum 🌹👍
Gonca harikasın. Zevkle yazılarını okuyorum.Enerjine bayılıyorum.Arkadaslarin çok güzel kalpli insanlar.Sevgiler.