NEW YORK DAİMA GÜZEL BİR FİKİRDİR

Tuğba Harikalar Diyarında

Tuğba Yazıcı / DieGazete.de / Miami

Sevgili DieGazete.de okuyucuları, bugün size heyecan dolu New York haberleri vereceğim.  “New York is always a good idea” diyerek yazıma havalı bir giriş yapıyorum. Konumuz New York. New York’da ne yapılır? Neden bu kadar özel, cool ve vazgeçilmez, onu aktarmaya çalışacağım. Umarım keyifle okursunuz ve fotoğraflar ile de biran kendinizi orada hissedebilirsiniz.

Ben New York’a, sergim olduğu için gittim. Yani bir iş gezisiydi. 4-7 Nisan da, New York’da düzenlenen, New York Art Expo’ya bir kez daha katıldım. Haftalar öncesinden hazırlıklar başladı. Resimler, konu belirleme, kompozisyon ve rezervasyonlar derken, zaman hızlı geçti. Yeni resimlerimin konusu olarak “Paul ve Peter’ın Hikayesi” isimli bir Amerikan sözünden esinlendim.

Hikaye nedir derseniz: “Paul’un Peter hakkındaki söyledikleri, Peter’den çok Paul‘u tanımamızı sağlar. İzleyicilerimin sanat işlerim aracılığı ile düşünmesini ve ötesini sorgulaması amacıyla ‘Paul ve Peter’ metaforundan hareketle bu seriyi oluşturdum. Dünyadaki kaos ve karışıklığın çeşitli nedenleri ileri sürülse de, gerçeği bütünüyle anlatmaya yeterli olmaz.

Çalışmalarımı oluştururken; insan bedeninin fiziksel ve ruhsal olarak sözlerden çok daha fazla bilgi verdiğini, görsel okumalar yaparak gözlemledim. Gerçek ne? Gerçeğin karşılığı ne?  Algı nedir? Algı nasıl sağlıklı olabilir?” Sorularını sordum ve yorumları da izleyiciye bıraktım.

Hazırlıklar yapıldıktan sonra, Nisan 5’te yola çıktık. Çılgınca gelebilir size, çünkü araba ile yola çıktık. Florida -New York arası 16-17 saate yakın bir yolculuk çünkü. Amerika’yı yakından tanımak için ise bulunmaz bir fırsat. Her geçtiğimiz eyalette, benim aklıma Amerikan tarihi ve çocukluğumdan bugüne izlediğim tüm filmler akın ediyor. Florida’dan New York’a kadar hangi eyaletleri geçtiğimizi yazayım da, sizin aklınıza ne ilhamlar geliyor bakalım! Yorumlarınızı bekliyorum.

Florida’dan çıkar çıkmaz Savannah şehri ve Georgia eyaletine geliyorsunuz. Buradan her geçtiğimde aklıma muhteşem eser “Rüzgar Gibi Geçti” geliyor. Okuyanlar veya izleyenler bilirler Scarlet O’Hara, Georgialı idi. Gururlu güneylilerin Tara’da ki son balosu, sonrasında Kuzey-Güney savaşının başlangıç noktasıydı filmde. Savannah, Atlanta kitapta adı geçen şehirlerdi. Biz araba ile saatler süren  yolculuk yaparken, atla ne kadar sürede bu yolları kat ettiklerini düşünmek, oldukça ilham verici.

Georgia’adan sonra sırasıyla South Carolina, North Carolina, Virginia ve tabii Washington DC geliyor. Washington’a kadar gelmişken, Beyaz Saray’a uğramamak olmazdı. Yoğun trafiğe rağmen Beyaz Saray’a geldik. Fotoğraflar çekildi, başlayan yağmur daha fazlasına izin vermedi. Dünyanın en önemli yerlerinden birine bu derece yaklaşmak, enteresan bir duygu. Tanımlayamıyorum. Saatlerdir yolda olduğumuz için yorulmuştuk ve biran evvel New York’a giriş yapmak istiyorduk.

Washinton’dan sonra, New Jersey’i de geçer geçmez, özlediğim New York’a gelebildik. Gece görüntüleri yine muhteşem ve çok tanıdıktı. İki yıldır gitmediğim New York’u özlemiş miydim? Her adımda bu soruları kendime sordum ve yazının sonunda söyleyeceğim. Buz gibi bir Nisan akşamı karşıladı bizi ve fahiş fiyatlı otoparklar. New York’un olmazsa olmazları, trafik ve otopark sorunudur. Otelimize girdiğimizde, o gece deliksiz uyuduğum dışında hiçbir şey hatırlamıyorum. Otelimiz Central Park otellerinden biriydi. New York’a seyahat için geliyor ve yürüyüş yapmaktan hoşlanan biriyseniz, Central Park yakınlarında kalmanızı öneririm.

Böylece her gün yürüyüşünüzü yapabilir ve kendinizi bir New Yorklu gibi hissedebilirsiniz. Ertesi gün güzel bir kahvaltıdan sonra, Art Expo’nun yapılacağı Pier 36’ya doğru yola çıktık. Her sergi alanına gidişimde, içimde kelebekler uçar benim. Nüfus cüzdanımdaki kadın değil, çocukken her bulduğu boşlukta parendeler atan o çocuk gibi hissederim ama dışarıdan belli olmaz. Galericilerimle buluştuk ve resimlerimi teslim ettim. Göz ucuyla kuruluma baktım ve güzel işlerden bir kısmı gözüme ilişti. Açılışta buluşmak üzere galeristlerimle vedalaştım ve özgür olarak New York caddelerine kendimi attım derdim de; tam öyle olmadı. Şansımıza hava önümüzdeki 2 günü sağanak yağmurlu veriyordu. Ve biz de Southhampton’a doğru yol aldık. Southampton, New York business dünyasının, Hollywood ünlülerinin ve dünya jetsosyetesinin tercih ettiği bir sayfiye yeridir.

Daha önce bahsettim mi hatırlamıyorum, Florida’ya yerleşmeden önce 1 seneye yakın New York’ta yaşadım. Covid başlangıcının olduğu zamanlar ben Manhattan’daydım. O zor dönemler film gibi, benim hayatımda yaşandı ve bitti. Dolayısı ile o dönem sık tercih ettiğim bir yerdi Southampton. Gossip Girl dizisini izleyenler, nereden bahsettiğimi anlayacaklardır. Tanıdık yüzler görmek çok keyifliydi. Yenilen yemekler ve sohbet için, buradan teşekkür gönderiyorum, onlar kendilerini bilirler.

Yağmurlu bir New York günü daha iyi geçirilemezdi. Manhattan’a dönünce her zaman yaşanılan, otopark macerasının ardından otelde dinlenmeye çekildik. New York’ta, özellikle yoğun zamanlarda ve bazı bölgelerde otopark gerçekten sorun olabiliyor ve Florida’da da yaşamaya alışan birisi için soldan soldan karıncalanmalar başlıyor.

Sergimin açılış günü çok heyecanlıydım ama heyecanımı yatıştırmak için harika formüllerim var benim. Size de tavsiye ederim. Rutininizi bozmamaya çalışın! Başka bir kıtaya yerleştim, son 6 yılda, 1 ülke ve 3 eyalet değiştirdim ama rutinlerimi her zemine rağmen korumayı başardım. Sabah yürüyüşleri bunun başı ve tabii ki çok iyi bir kahvaltı ile güne başlamak, benim olmazsa olmazlarım. Güne gülümseyerek başlamak için bence yeterli.

O gün de heyecanımı yine Central Park’da yürüyüşümü yaparak attım, şansıma sabah sadece yağmur çiseliyordu ve elimde kahvem, benden mutlusu yoktu. Gene Kelly’nin, Singing in the rain şarkısındaki gibi direklerde dönerdim de, bir elimde telefon, diğer elimde kahve buna izin vermedi. Ben şarkının linkini buraya ekleyeyim de, siz şarkı ve görüntüler ile kendinizi orada hissedeceksiniz, eminim.

VIP açılış 5’te olduğu için oldukça zamanım vardı. Hava da yağmurlu olduğu için en iyi fikir MOMA’ya gitmek gibi geldi bana. Otelime de çok yakın olduğu için, yağmur aralarında gidebildim. Bir önceki yazımın konusu Picasso’nun Avignon’lu kızlar eseri ile ilgiliydi ve Avignonlu Kızlar MOMA’da yer alıyordu. Yıllar önce görmüştüm, anılarımı tazelemek istedim. MOMA (Modern Sanatlar Müzesi)  yıllar içerisinde daha etkileyici olmuş gibi geldi bana.

https://dieGazete.de/avignonlu-kizlar/

Art Expo’nun açılışı oldukça renkli geçti. Birbirinden renkli katılımcılar ve sanatın her dalından sanatçıların bir araya geldiği bir açılış oldu.

Popart işleri yine revaçtaydı. Paul ve Peter’ın Hikayesi ile ilgili benimle bir röportaj yapıldı.  “New York, Atatürk Art Center” ın kurucusu olan Sevgili Ali Sarıkaya ile bir röportaj yaptım. Ayrıca New York Manhattan‘da yapılacak bir sergi daveti aldım. Bir Atatürk çocuğu olarak, sanat ve kültürle yapılan her türlü etkinlikte olmak adeta sorumluluk duygusu benim için. Gelelim yine Art Expo açılışına; Covidden sonra, New York Art Expo’da çok etkileyici çalışmalar olmasını bekliyordum ama Covid etkisi hala devam ediyor sanırım burada.

Bu arada söylemezsem olmaz, sanatsever ve sanatçı ile buluşmak için bu fuarlar muhteşem bir fırsat bence. Fuara katılmış benden başka iki Türk kadın sanatçı ile tanıştım. Biri New Yorklu bir sanatçı; Gülsüm Keskinoğlu. Kadın üzerine yaptığı çalışmalar ile aynı zamanda bir marka oluşturuyor. ismi “A Woman In The Arts” çalışmalarına paylaştığım linkten bakabilirsiniz.

https://www.instagram.com/p/CcE3rXwuWqq/?igshid=NjY2NjE5MzQ= 

Hemen yanındaki booth da yine bir Türk kadın sanatçı ile tanıştım. Hulia Boz, bir fotoğraf sanatçısı ve sıkı durun! Avustralya Sydney’den fuara katılmış. Aksanlı Türkçesi ve anlattıkları çok ilgimi çekti. Sıcak renklerden oluşan fotoğrafları Avustralya’nın renk paletiymiş ve bir pilotu varmış, helikopterle çekmiş tüm görüntüleri. Yaptığı işe hayran kalmamak, mümkün değil! Linki ekledim:)

https://www.instagram.com/p/CcTT8ZUvDk7/?igshid=NjY2NjE5MzQ=

Sonraki günlerde benimle  yapılan röportajı izleyen harika ziyaretçilerim oldu. Bunlardan bir tanesini size kısaca anlatmak istiyorum. New York’lu bir kadın fotoğraf sanatçısı kendisi. 50 yaşından sonra, ben artık hayatımı değiştirmek istiyorum demiş ve matematik öğretmenliği mesleğinden istifa edip, New York’a yerleşmiş. Türkiye’de başladığı fotoğrafçılığı ile şansını New York’da denemek istemiş. Aklıma “Şu çılgın Türkler” kitabı geldi nedense..

Çılgın ama başarılı olanlar çok takdir edilesi gerçekten, ilham verici çünkü. Bir şeyi istediğinizde, asla geç değildir dedirtiyor insana. Fotoğrafları ile binlerce hayran edinmiş. Serginin son günü benim de fotoğraflarımı çekti, kararı siz verin. Ben bayıldım cesaretine, yeteneğine, girişimci ruhuna… İsmi Hatice Besun. Size instagram sayfasının linkini ekliyorum.

https://www.instagram.com/haticebesun/

New York’ta yaşıyorsanız, sosyal olmak zorundasınız. Şehrin ritmi sizi sürekli dansa çağırır. Çünkü, bu dinamizmi yakalamak için ise antrenmanlı olmak şart! Her sabah Central Park yürüyüşümü yaptım, sonra da sergime gittim; peki New York gecelerinde ne yaptım ve ne yapılır derseniz? En müthişlerinden birini yaptım. Bir Brodway müzikaline gittim, hem de kime???? Tina Turner !!!!! Efsaneyi sahnede izleyeceğimi düşünerek, heyecanla sabah biletimi aldım, akşam sergiden sonra koşa koşa müzikale gittim. Fotoğraf çekilmesine çok izin verilmiyor.

Gösterinin sonunda serbest bırakmışlar. Tina’nın sahnede ki performansına bayıldım, hayat hikayesinin canlandırıldığı müzikalde çok etkilendim. Kısaca müzikal nasıl derseniz; Şarkıcının çocukluğunda tarlalarda pamuk toplayan ailesiyle yaşadığı yoksulluğu, eski eşi gitarist Ike Turner’ın kendisine yıllarca uyguladığı şiddeti ve dünyanın en iyi kadın Rock yıldızı olarak geçirdiği yalnız yıllarını canlandırdığı oyun çok etkileyiciydi. Önce sahnedeki Tina’nın gerçek Tina olduğunu düşünüp, nasıl bu kadar genç ve dinç kalabildiğine şaşırdım, kol kaslarına imrendim, Florida’ya döner dönmez ağır bir antrenmana başlayacağıma, kendi kendime sözler verdim, (tüm bunları müzikali izlerken düşündüm) lakin sonradan öğrendim ki Tina Tuner’ı canlandıran Nkei Obi-Melekwe isimli bir aktristmiş. Öğrenince biraz üzüldüm, biraz rahatladım. Çünkü yapmaya karar verdiğim cardio  antrenmana da gerek kalmadı.

https://www.instagram.com/tv/Ca2u125FTHU/?igshid=NjY2NjE5MzQ=

Size biraz müzikalde izlediğim Tina’nın travmalarla dolu hayatının kısa bir özetini yapmak istiyorum; Tina Turner’ın hayat hikayesi, cesaret ve asla pes etmeyen bir kadının hikayesi diyebiliriz. Dramatik bir hayat yaşamış ve bir efsane olarak kabul edildi. Kocası Ike Turner’la olan çalkantılı ilişkisi ve tüm bunları geride bırakarak solo kariyerine sıfırdan başlaması ve zirveye ulaşması gerçekten ilham verici, hem de tüm dünya için! Aldığı ödüller ve ismi geçtiğinde insanların coşkusu bunun ispatı adeta. O bir sembol! Sıkı çalışmasıyla zor günlerini aşmış ve şarkıları listelerde yer aldı. Yavaş yavaş ve istikrarlı bir şekilde hak ettiği başarıya ulaşmış. Geri dönüş yılı 1984 ve sonra asla arkasına bakmamış. Eski kocası Ike’den daha fazla ün ve popülerlik kazanmış. Müzikalde kocasının aşırılıklarına fazlaca değinilmiş ve ilgisini başka alanlara kaydıran biri için, geride kalmak son derece normal geliyor bana.

Tina Turner, Amerika Birleşik Devletleri’nin Tennesse eyaletindeki annesi Zelma ve çiftlik kahyası olan babası Floyd R. Bullock çiftinin ikinci çocuğu olarak doğmuş. Tina 10 yaşındayken anne babası ayrılmış ve ablası Alline ile birlikte babaannesiyle birlikte yaşamaya başlamışlar. Show da tam burada başladı zaten. St. Louise’deki gece kulüplerinde şarkı söyleyen Tina Turner’ı daha sonradan evlendiği gitarist Ike Turner tarafından keşfedilmiş. 1956’da Ike Turner’ın grubuna geri vokal olarak katılmasıyla başlayan ilişkileri evlilikle devam etmiş ama Ike’in irrasyonel (şiddet, alkol, seks bağımlılığı vb) davranışlarından dolayı evlilikleri 1975’de son bulmuş. (Bu davranışlar sahnede çok etkileyiciydi. Tina’ya kalkan her elde yerimden fırlamak istedim. Hayran olduğumuz insanların böylesi davranışlar gördüğünü kabullenemiyor insan) Müzik endüstrisi içindeki herkes gibi Ike’da alkolik ve kokain bağımlısı imiş ve ilişkileri hiç de kolay değilmiş. İşin acı olan tarafı Ike onu döver ve duygusal olarak da taciz edermiş. 1978’de resmi olarak boşanmışlar. Tina, Ike’ın sık sık sadakatsizliğini ve kötüye kullanımın yanı sıra artan uyuşturucu ve alkol kullanımını gerekçe göstererek boşanmış.

Ondan boşandıktan sonra kişisel ve profesyonel yaşamında büyük bir düşüş yaşamış. Düşünsenize Tina, Ike’dan ayrıldığında cebinde sadece “36 senti ve bir benzin istasyonu kredi kartı” varmış. Geçimini sağlamak ve çocuklarına bakmak için düşük profilli işlerde çalışmış. Hatta evleri temizlemiş, aynı zamanda düşük profilli mekanlarda performans göstermeye devam etmiş ve başlangıçta kayda değer bir başarı elde edemese de diğer sanatçıların kayıtlarında konuk olarak yer almış. 1975 ile 1983 arasında Tina’nın kariyeri epey donuk geçmiş. Sonrasında şarkıcı, 1983’te plak şirketini değiştirerek Capitol ile anlaşmış. Al Green’in “Let’s Stay Together” parçasını söyleyen Tina Turner bu parçayla İngiltere Top 10’e girmeyi başarmış. “What’s Love Got to With It” parçası İngiltere listelerinde 3 numara olurken Amerika’da liste başına olmuş.

Bu parçanın yer aldığı albümle En İyi Albüm ve En İyi Kadın Pop Vokal dalında 2 Grammy Ödülünü kazandı. 1984’te Turner “Mad Max Beyond The Thunderdome” filminde oynamayı kabul etmiş. Turner’ın bir sonraki hiti “We Don’t Need Another Hero” parçasını da aynı filmde kullanıldı. Tina bu şarkıyı sahnede söylediğinde, salon alkıştan yıkılıyordu.

Ertesi yıl Mick Jagger ile Tina Turner yardım amaçlı olarak bir düet yapan Turner dünya çapında üne kavuşmuş. Zor bir çocukluk ve gençlik yaşamış olduğunu her fırsatta dile getiren şarkıcının 1985’te yazılan otobiyografisi 1993 yılında ona dünya çapında ün getiren parçası “What’s Love Got to Do With It” adıyla film yapılmış. 1995’te yılında Tina Turner, James Bond filmi “Golden Eye”da filmle aynı adı taşıyan parçayı seslendirmiş. (Kaynak: Ensonhaber.com)

Tina’nın tüm hayatının anlatıldığı müzikalde, güçlü kadın olmanın bedelleri olduğu ve gelen haklı başarısını sonuna kadar hak ettiğini düşündüm ve bir kez daha hayran oldum Tina Turner’a. Müzikalden sonra Times meydanının kalabalığına karıştım, otelime gidene kadar. Parlak reklam ışıkları ile Times meydanı gerçekten inanılmaz bir dünyaya ait, bilenler bilirler, bilmeyenler için kısaca anlatmak istiyorum: Reklam panoları ile Times çok ışıltılı görünüyor. Hem de günün her saatinde. Cistak cistak müzik çalan arabaları ve ona binen insanları gözünüzde canlandırın! İşte Times tam öyle bir yer! Tüm reklamlar, yanıp sönen ışıklar, o cistak cistak arabalar gibi ama rahatsız olmuyorsunuz.

Bence her insanın içinde var olan bir duyguyu dışarı çıkartıyor burası, yoksa bu kadar tercih edilmesinin başka bir açıklamasını bulamıyorum. Sizin için çektiğim fotoğraflardan biraz olsun yazdıklarımı teyit edebilirsiniz.

Pazar günü Art Expo’nun son günüydü. Central Park yürüyüşümü tabii ki kaçırmadım ama her şeyi bavula yerleştirdiğim için kasketimi bulamadım. Kafamı kaşkolla sararak, elimde kahve rahat rahat yürürken; bir baktım maraton koşusuna rastlamayalım mı? Görüntüm ve rahatlığım, maratoncuları görünce hafif bir utanca dönüştü.

Kaşkolu kafamdan çıkartıp, kahvemi eşimin eline tutuşturup bir müddet maratoncularla koştum. İyi geldi inanır mısınız? Daha sonra parkın tepeciklerine tırmandım çünkü bir düğün seremonisi vardı. Daha doğrusu provası. Tabii ki bu muhteşem anları kaçıramazdım.

Düğünün fotoğrafçısı ve ben düğünü çektik de çektik… Sabah sabah bu kadar adrenalin, güzel geçecek bir günün habercisiydi adeta.

Serginin son gününü gelen ziyaretçilerimle sohbet ederek, yorgun ama mutlu bitirdim. Galericilerimle vedalaşarak bir sonra ki sergiye kadar “A bientot” dedik. New York’dan ayrılırken; seyahat için kesinlikle harika bir yer olduğunu ama yaşamak için sıcak Florida’nın beni beklediğinden mutluluk duyduğumu hissettim.

Sözlerimi Emma Blackswan’ın bir cümlesiyle bitiriyorum:

“Sevgi basitti aslında karmaşık olan bizlerdik…”

Hoşça kalın bir sonraki yazıya kadar…

www.tugbayazici.com.tr

1 Comment

  1. Harikasiniz tuğba hanim,keyifle okudum ve bende yürüdüm central parkta.
    Tina’ nin hayatindan da ,sizin bu temponuzdan ve enerjinizden de çok etkilendim.
    Icinizdeki kelebekler her daim ucmaya devam etsin.sevgiler

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*