ATGB YÖNETİMİNE AÇIK MEKTUP

Münir Bağrıaçık / DieGazete.de

Yazmayayım istedim ama sonunda dayanamadım. Kendi sağlık sorunlarımla uğraştığım için de, açıkçası takip de edemedim. Safia Yazanoğlu arkadaşımızın yazısı ile fark ettim. Sonra Genel Merkez’in WhatsApp grubunda yazılanlara baktım. Hala tartışmalar devam edince de, yazmanın artık elzem olduğuna karar verdim:

Sevgili Arkadaşlar,
Berlin ile ilgili bir karar almışsınız. Öncelikle hayırlı olsun! Atanan arkadaşımız Sadık Karslı’nın da yolu açık olsun… Dernek için çaba içinde olduğu sürece şahsım ona destek olur. Bunu da kendisine belirttim.
Benimle konuşmasından sonra da gruba “Biraz duygusal bir yaklaşımla anlattığım birkaç cümle şöyle bir yana, Ali abi, hala bizim abimiz. Yol gösterici bir çizgide birlikte çalışma arzumu her zaman belli ettim. Hatta aradım. Konuştuk. Aynı yolda yürümeyi, bu zor koşullarda birlikte bir şeyleri başarmayı çok isterim. Bu konu da farklı bir çizgide yürümeye karar verse de, hala bizim abimiz…”  şeklinde yazmış Sadık arkadaşımız.

En azından kendisi hakkında yanılmadığım için sevindim. Diğer yandan dedim ya, sağlığımla ilgili konular nedeniyle bu satırları yazdığım zamana kadar Ali Yıldırım ile de görüşmedim. Gördüğüm kadarıyla o da her hangi bir şey yazmamış. Hatta soranlar da olmuş. Ama bana kalırsa yazmamakla iyi de yapmış.

Neyse konumuza dönelim. ATGB II. Başkanı Attila Azrak’ın yazısını okumaya başlıyorum. Aynen şöyle yazmış:
“Sevgili üyelerimiz,
üyemiz Ali Yıldırım’ın 1 Ocak 2022 itibariyle ATGB Berlin Temsilciliği görevi sona ermiştir. Kendisine hizmetleri için teşekkür ederiz. ATGB Yönetim Kurulu 31 Aralık 2021 deki toplantısında bu göreve üyemiz Sadık Karslı’yı uygun görmüştür. 2 Ocak 2022’de görevi devralan Sadık Karslı’ya başarılar dileriz.
ATGB Yönetim Kurulu adına
ATGB II. Başkanı Attila Azrak”
Burada kalsaydı hani iyiydi. Ama tartışmalara girilmesi, üyelere haddini bildirme, ya da ders verme zihniyetini anlamak mümkün değil!

Alınan kararın doğru ya da yanlışlığı konusunda, kişilerden çok bence yöntemini tartışmalıyız. Israrla söylüyorum ve altını çiziyorum: Sorun temsilcilik görevi değil! Sorun arkadaşlarımızın bakış açısı! Burada açıklık getirilmesi, tüm üye dostların bilmesi gereken hususlar var. Öncelikle karalanmaya veya yok sayılmaya çalışılan arkadaşımız hakkında verilen kararın biçimi, yöntemi ve sonrasında yazılanlar, geldiğimiz noktanın en acı yanı… Her şeyden önce yönetim, beni ve benim gibileri, yani üyeleri tüzükte tanımlanmış olan geçici bir zaman için temsil eder. Bana ve benim gibilere hizmet için oraya seçilirler. Benim “tepeme” çıkmak için değil! Benim “tepemde” kimin olacağına ve nasıl olacağına birileri karar veremez! Haddi de değil! Nedir bu hiyerarşi sevdası? Kendisine konduramasam da, “acaba bir şeylerden nemalanmak için mi bu hırs” diye düşünmeden edemiyorum. Burası asker ocağı değil! Burası bürokratik bir yapılanma da değil! Ayrıca, aşağıdakiler – yukarıdakiler gibi bir zihniyetin, düşünce özgürlüğü ve özgür gazetecilikle, etikle alakasını kuramadım.

Bir fıkra anlatılıyor. Bu örgütlenme için tam bir kara mizah! Daha da ileri gidip, hatta haddini de aşarak demokrasi dersi vermeye kalkıyor.

Aynen alıyorum: “Kıssadan hisse: Eyalet, bölge, şehir ya da ülke temsilcileri Yönetim Kurulu tarafından atanırken kimseden ses çıkmadı. Kimse “Aman, atama antidemokratiktir, olmaz” demedi. Şimdi aynı şekilde bir kişiyi görevden alıp yerine bir başka kişiyi atayınca mı antidemokratik oluyoruz?

Lütfen şapkanızı önünüze koyup bir düşünün. Katılımcı demokrasiyle temsili demokrasi arasındaki farkı da anlatmak zorunda kalmayalım.”

Arkadaşlar, daha önce de yazdım. Tavrınıza, üslubumuza özen gösterelim dedim. Ama nerede… Kin ve nefret tohumları atılmaya devam ediliyor…

Savunduğunuz bazı değerler doğrultusunda, eleştirdiğiniz bazı yerler ve bazı kesimlerin uygulamasından veya onlardan bir farkınız kalmadı maalesef. Demokrasi denen değerlerin nirengi noktası uzlaşı kültürüdür. Ben yaptım oldu! Ya da tepeden inme kararların uygulandığı iklimler, demokrasi değildir. Görülen odur ki bizim derneğimizde gerçek anlamda demokrasi kültürünü bırakın, insani değerlerde de zorluklar yaşanıyor.

Kendisini ısrarla II. Başkan olarak tanıtan arkadaşımız yazısına devam ediyor:
“Örgüt ve yöneticilerini yok sayacak şekilde hareket edenler, tüzüğü ihlal etmiş olurlar. Ali Yıldırım Bey’in görevden alınmasının en önemli nedeni, son hafta çeşitli internet sitelerine yansıyan ve ATGB’nin iç meselelerini dile getirdiği ifadelerdir. Uzun bir süredir YK’nın tüm uyarılarını göz ardı eden ve son olarak da basına sanki ATGB Yönetim Kurulu üyesiymiş gibi açıklamalarda bulunan Ali Yıldırım, YK’nın bu tür eylemlerden vazgeçmesi yönündeki ricalarını hiçbir biçimde dikkate almamış, hatta yanıtlamamıştır bile. Dolayısıyla temsilcilikten alınması birdenbire gelişen bir durum olmamakla birlikte Ali Bey’in son iki yıldır sayısız ihlaline dayanmaktadır.”

Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. İşinize gelir ya da gelmez, bilemem. Ama “Tüzüğümüz ve yasalar ne diyorsa, o uygulanmalı” diyen bir Ali Yıldırım’dan, ya da yaşayan birkaç kurucu üyemizden birisinden yararlanmak yerine, tu kaka yapılmasına vicdan sahibi birisi izin vermez! Gelinen noktada artık görülüyor ki, bir şeylerin peşinde olunduğu aşikar olunan bir durumda, her şey mubah…

Birisi kalkıyor diyor ki: “Kafasına göre kimse iş yapamaz. Yapmak isteyen de buyursun, kapı açık.”
Bunu yazan arkadaşımızı tanımıyorum! Ama önce “destur” demelisiniz! Kimse kimseye kapıyı gösteremez!. Hele bir üye, bir diğer üyeye… Yönetim Kurulu’nun üye “atma” çabası da malum! O da, ne kadar tüzüğe ve yasalara uygun? Tartışılmalı! Her şeyden önce kapı gösterilen arkadaşımız, tekrar yazıyorum: Yaşayan bir kaç kurucu üyeden birisi. Lütfen biraz saygı! Kimse tarafından güdümlenemeyen, kontrol edilemeyen, kalemini satmayan, güç odaklarının hatalarına karşı mücadele etmekten kaçınmayan, sadece ve sadece yasalara uygun olmayan, bazı keyfi uygulamalara karşı hepimizi uyaran ve bu mesleğe yıllarını veren bir basın emekçisi. Bu noktada, o “kapı açık” diyen zihniyeti düşününce, sitemizde kısa bir araştırma yapıyorum ve görüyorum ki, o da “temsilci” ve aklıma şu soruyu sormak geliyor kendisine: Temsilcilik bölgende ATGB için ne yaptın şimdiye kadar?

Bu arada ben kendisini tanımadığım için, o da beni tanımıyor olabilir. Ya da benim için kafasında bir şeyler olanlara da kendimi takdim edeyim: 4 Temmuz 1982’de başladığım meslek yolculuğunda, üç büyük basın örgütünün (TGC, TSYD ve TFMD) 1987’den beri üyesiyim. Bu üç kuruluştan birincilik, ÇGD’nin de iki kez “Yılın Gazetecisi” ödülüne sahibim. Diğer mesleki ödüllerimi saymıyorum. Birileri gibi de değil, AÜ SBF BYYO Gazetecilik Halkla İlişkiler mezunuyum. Anlayacağınız üzere hem alaylı, hem mektepliyim..

Bunu niye yazdım? Zira söz konusu haber, benim kalemimden çıktı. ATGB gibi demokrasi ve düşünce özgürlüğünü savunan derneğimizin içinde yaşananları birilerinin ispiyon ettiği gibi değil de, açık seçik yazmak da, bir gazetecinin görevidir diye düşünüyorum. Diğer yandan, yazılanlar herkesin bildiği konular zaten. Kimseye hakaret yok, kimseye “tepeden bakan” bir anlayış yok. Sadece bir durum tespiti yapıldı. İşlerin bu noktaya geleceğini bilseydim, imzamı da atardım (Bu arada düzelttim ve imzamı ilave ettim). Ama bilin istedim: Sözü geçen portallardaki haberi ben yazdım! Bu arada belki “adminin” ya da “tepemizdeki” hiyerarşinin ya da birilerinin hoşuna gitmez düşüncesiyle, bu yazımı da DieGazete.de’ye koymaya karar verdim, hem de imzamla.

Hatırlayın, daha önce de benzer bir olay yaşanmıştı. O zaman sadece değerli dostum, her alandaki yoldaşım Recai Aksu’nun beni araması sonucu kendisini bilgilendirmiştim. Hani şu meşhur “Mevlana Camii” olayı. Olay yaşandığında dönemin Büyükelçisi yanına sadece TRT ve Anadolu Ajansı muhabirlerini alıp cami yönetimini ziyaret etmişti. Ben de konuyu arkadaşlara ilettim. “Yerel basın olarak biz de gidelim ve soralım, sorgulayalım” dedim. Ama maalesef toplantıya ben gidemedim. Notları arkadaşlarımdan aldım. Birkaç gün sonra kendi düşüncelerimi yazdım. Ancak o dönem, başkanımız Işın Toymaz ve ATGB kurucu üyelerimizden Osman Çutsay’ın da içinde olduğu “Artı 49” internet sayfasındaki başlık Baskını ATGB sordu Mevlana Camii yöneticileri açıkladı: “Suçlu değil mağduruz hoşuma gittiği için bu başlıktan esinlenerek ve manşet görselindeki duruma uygun olarak ben de “ATGB SORDU – MEVLANA CAMİİ DERNEĞİ YANITLADI: “YOLSUZLUK YAPMADIK” başlığını kullandım. İşte tam da bu başlık, ben yazdıktan sonra sorun oldu. Ama kendileri de aynı başlığı attıklarını, unuttular. Durduk yere de Ali Yıldırım hakkında “soruşturma”(!) açıldı. Sorguya çekildi. Özel “müfettiş” görevlendirildi. Sayfalar dolusu “rapor” yazıldı. ATGB Türkiye Temsilcisi Recai Aksu arkadaşımızın kaleme aldığı söz konusu rapora WhatsApp Grubumuzdan ulaşmak hala mümkün! Oysa aynı Ali Yıldırım, şimdi tam hatırlamıyorum ama IGMG Milli Görüş Teşkilatı üyeleri ile 10 – 12 kez mahkemelik oldu! Kendisine karşı açılan tüm davaları kazandı! Ama o dönem, başkanımız Işın Toymaz’ın da içinde bulunduğu ekibin sorumluluğunda +49 – BERLİN imzası ve telif hakkı sahipleri Foto: Hüseyin İşlek, Video: Hikmet Tekemen’in isimleri ile arkadaşımız Sefa Doğanay’ın yönetimindeki www.ha-ber.com adlı haber sitesi kaynak gösterilerek yayımlanan haberde Ali Yıldırım’ın adı nedense geçmiyordu, kendisi Mevlana Camii’nde olduğu ve kaynak haberde ismen belirtildiği halde… Ancak Ali Yıldırım nasıl olur da üyeleri toplayıp Milli Görüş’e gider noktasına getirildi iş. Konunun aslını esasını araştırmak gayretini göstermeyenler tarafından bir bardak suda fırtınalar koparıldı. Gereksiz suçlamalar yapıldı… Kaynak linklerini de verdim, araştırmak isteyenler için. Bilginiz olsun istedim. Biliyorsunuz kendimize örnek aldığımız usta araştırmacı gazeteci yazar Uğur MumcuBilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz!” der…

Şimdi gelelim ATGB’deki gelişmelere: Arkadaşlar, farklı görüşlerde olanlarınız ya da “tepedekilerin” içinde farklı anlayışta olanlar olabilir. Ama ben bizim işimizin en önemli noktası, sorma ve sorgulamadır diye düşünenlerdenim. Mesleğimizin bu doğrultuda hepinizin bildiği 5N,1K kuralı vardır. Böyle bir anlayış ve inanca sahip bir kişi olarak soruyorum:

Örgütlü mücadelenin içindeki bir yapıda, bir yönetim (Korona bahanesi dışında, bu aklı da size kim verdi?) üç yıldır neden bir genel kurul yapamıyor? Hatırladığım kadarıyla bir ara 240 üyesi (!) vardı derneğimizin… Bu üyelere ne oldu? Son yapılamayan genel kurul öncesi kimine göre 49 (ki bunu yazdıktan hemen sonra neden sildi anlayamadım. O zaman da bu ortamda bunu kendilerine sormuştum), kimine göre yaklaşık 50, kimine göre de 54 üye sayısına nasıl gelindi? Aralarında eski başkanların da olduğu diğer üyelerimize ne oldu?

Kimleri nasıl “attınız”? Tüzüğümüzün hangi maddesini uyguladınız? Hangi yasaya dayanarak hangi yönetim kurulu toplantısında, kimlerin katılımı ile üyelikten “atma” kararlarını verdiniz? Tutanaklara nasıl geçti bu kararlarınız? Dernek yönetiminde saydamlıktan bahsedenler, bu tutanakları neden üyelere göndermezler veya yayımlamazlar? Haklarında üyelikten “atılma” kararı verdiğiniz, benim kanaatime göre hala üyemiz olan bu arkadaşlarımıza bildirdiniz mi bu kararlarınızı? Bu sizin deyiminizle üyelikten “atılmış” olan arkadaşlarımızı yeniden kazanmak için ne yapıyorsunuz? Ya da bu yanlış kararınızı düzeltmeyi düşünmüyor musunuz?

Beşinci yıla girdiğiniz yönetim sürecinde derneğimiz için ya da üyelerimiz için üye sayısının yaklaşık % 70-80’ini kaybetmekten başka ne yaptınız? En azından sorumluluk duygusu taşıyan bir üye olarak ben pırıl pırıl, çalışkan, genç, dinamik 4 üye kazandırdım derneğimize. Kendisine kapı gösterenler bilsin ki 3 yıl önce Uğur Mumcu’yu andığımız 24 Ocak 2019 tarihinde dokuz kişi olarak yola çıktığımız Berlin yapılanmasında, Ali Yıldırım, Sefa Doğanay ve diğer arkadaşlarla bugün 40’dan fazla üye arkadaşımız ile devam ediyoruz çalışmalarımıza. Şimdi o tepeden karar alan arkadaşlarım üye ve temsilci atma ya da atama dışında ne yaptılar merak ettim doğrusu?

Ayrıca o hiyerarşik yapının en tepesindeki kim? Ya da kimler? Ya da tüm yönetim kurulundaki arkadaşların haberi var mı bu alınan garip kararlardan bilmek isterdim açıkçası. Bu arada sevgili başkanımız Işın Toymaz da bir açıklama yapmış. Hepiniz okumuşsunuzdur. Ama ben bir kez daha hatırlatayım, aynen şöyle yazmış:

“Değerli Üyelerimiz, Sevgili Arkadaşlar,
ATGB’de “temsilcilik” sistemi ve uygulaması yok!
ATGB’de “teşkilatlanma” sistemi yok.
Çünkü tüzükte yok.
Sadece yönetim kurulu (YK) ile koordineli çalışmak şartıyla o bölge için bir veya iki ismin “belirlenmesi” var.
Bu tamamen YK’nın inisiyatifiyle gerçekleştirilmiş bir durum.
Tüm bunları Ali Yıldırım ve diğer tüm temsilci arkadaşlar da çok iyi biliyor.
Dolayısıyla “tüzük” sözcüğünü her sohbette öne çıkaran arkadaşların bu konuda çifte standart içinde hareket ettiklerini, sessiz kaldıklarını ve suçlamaları geri çevirmediklerini üzülerek buradan takip ediyoruz.
YK, “Temsilci” belirlerken de inisiyatif aldığı için ve “tüzüğe dayanmadığı için” üyelere sormaz, geri çekerken de sormaz. En nihayetinde burası bir dernek ve örgüt, dolayısıyla Yönetim Kurulu’ndaki arkadaşlar da hak ve görevlerini yerine getiriyorlar.”

Sayın Başkan, bir kez daha altını çiziyorum. Sorun temsilcilik, ya da kimi getirdiğiniz değil! Hatta YK’nın görevleri de değil, sorgulanan veya sorulan. Sorun, saygı sınırlarını zorlayan biçim ve yöntem! Ben yaptım oldu anlayışı ve bu platformda kişileri karalamak için kullanılan ifadeler: “Her fırsatta tüzük diyen arkadaşlar” diye yazmışsınız. Evet aynen öyle! Tüzük bir örgütlenmenin anayasasıdır. Derneğimiz için önce tüzüğe, sonra içinde yaşadığımız ülkenin yasalarına uymak zorundayız. Varsa tüzükte bir problem toplarsınız genel kurulu, değiştirirsiniz! Şimdiye kadar tüzük değişikliği konusunda değişiklik önergesi veren tek üyenin de Ali Yıldırım arkadaşımız olduğunu unutmayın! 2021 senesi Haziran ayında yapılması planlanan genel kurulumuzun davet yazısı ile birlikte o dönemdeki tüm üyelerimize gönderildi bu tüzük değişikliği taslak metni…

Sonra diyorsunuz ki, “Ne yazık Ali Yıldırım yaklaşık iki yıldan bu yana tüm ihtarlarımıza rağmen (ki bunları üyelerle paylaşmadık) ısrarla YK’dan bağımsız hareket etti. Ali Yıldırım, gereksiz ve çok küçük hesaplarla kendince bir takım girişimlerde bulunmuş, en son aralık ayı sonunda basına Temsilci sıfatıyla ATGB’nin iç meselelerini aktaran bir açıklamada bulunmuş, sonuçta YK’nın güvenini tamamen kaybetmiştir.”

Sayın Başkan,
Ali Yıldırım ve diğer Berlinli üye arkadaşlarımız her konuyu bilmese de, gelişmeler konusunda değerlendirme yapmak hakkına sahiptir. Bunu haber olarak yazmak da bir gazeteci olarak benim inisiyatifimdedir. Ne demek güvenini yitirmek? Ne demek küçük hesaplar? Dürüstlüğüne kefil olduğum Ali Yıldırım’ın derneğimize ne zararı oldu? Sadece sizleri, olabilecek yanlışlıklar ve derneğimize gelebilecek zararlar konusunda uyardı! Hatta daha da ileri gideyim, sizin gibi üye aidatları konusunda keyfi bir uygulama da yapmadı. Temsilci olsa ne olur, olmasa ne olur? Dernek adına temsilci sıfatıyla açıklama yapsa ne olur, yapmasa ne olur? Sadık Karslı arkadaşımızın da altını çizdiği gibi o bizim “ağabeyimizdir” öyle de kalacaktır, bu da böyle biline!

Hiyerarşik dayatmalarla, ya da tepeden inme anlayışıyla bir yere varamazsınız! Varmak isterseniz de o kapı açık yazan arkadaşlarla “dernekçilik” oynarsınız! Ben mi ne yaparım? Enerjimi boşa harcamaz, var olanı da yukarıda yazdığım örgütlenmelere verip, işime gücüme bakarım…

Oysa daha önce de yazdım. Yine tekrarlıyorum: Lütfen arkadaşlar, birlik olmak ve birlikte mücadele etmek varken, neden kırıyoruz birbirimizi? Neden? Neler oluyor bize?

Doğrusu merak ediyorum…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*