Tuğba Harikalar Diyarında 3
Tuğba Yazıcı / DieGazete.de / Miami
“Kadın olmak: Tanrıça, ulaşılmaz, uğrunda savaşlar verilen, hep istenilen, arzu edilen, üreten, anlaşılmayan, gizemli, dişi…
Kadın olmak: Eksik etek, saçı uzun aklı kısa, döl, avrat, hatun kişi…
Hepsi aynı kadın… Sadece neresinden baktığınıza bağlı…”
Madame Figaro dergisinin 2009 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için yaptığı bir röportajda söylemiştim bu sözleri. Türkiye’nin farklı alanlarda önde gelen kadınları, hep birlikte birkaç cümleden oluşan bir şeyler karalamıştık. Bilgün Sazak, Zerrin Tekindor, Özge Özpirinçci, ressam kimliğim ile ben ve birçok değerli kadın “Biz bizi biliriz” dedik. Biz bizi biliriz diyerek, kadınlar hakkında yazmak istedim bugün. Kadınlar ne ister? İç dünyasında ne fırtınalar kopar? Çok sorulan bir sorudur bu ve hakikaten birçok erkek bu sorunun cevabını bilmiyor. Bugünün hatırına bu konuya ışık tutmak istedim, bugüne özel.
Kadınlar ne ister?
Kadınlar her şeyi ister. Bir aile kurmak, aşık olmak ister. Aynı zamanda sevilmek ister. Sonsuza kadar flört etmek ister. Sevdiği kişinin ona, dünyadaki tek kadın gibi bakmasını ister. “Seni seviyorum!” cümlesini her akşam duymak ister. Güzel yemekler yemek ister, aynı zamanda kilo almamak ister. Güzel bir kariyer ister, evli olup, çocukları olsun ister. İkisi çok zor yürüdüğü için, bunun kolayca yapılabilecek bir formülü bulunsun ister. Gençlik ve güzelliğinin hep devam etmesini ve her daim beğenilmek ister. Haa unutmadan, “Benim hakkımda ne düşünüyorsun?” sorusuna anlamlı, birkaç cümle duymak da ister.
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım ile sohbet ediyordum. Kendisi alanında önde gelen iş kadınlarından. Güçlü, güzel, başarılı, oldukça titiz ve steril bir yaşantısı var. Kendisi bilim kadını olmasına rağmen, aynı zamanda Sharon Stone’a benzeyen bir güzelliği var. O ünlü sahnedeki beyaz bir elbise gibi bir tarzda görmüştüm kendisini bir kez (tabii daha klasik bir model elbise ile) ve büyülenmiştim. Bu kadar güzel bir kadın, DNA’larla oynuyordu. Aynı zamanda Avrupa’nın birçok kentinde konferanslar veriyordu. Son derece saygı duyulacak bir karakter gözünüzde canlandı mı? Canlanmadı ise, biraz zorlayın kendinizi! Kadın bir harika… Fakat bu harika kadın, geçmişinin muhasebesini yaparken ne söyledi biliyor musunuz? “Keşke bu kadar ev konusunda titiz olmasaydım, işime daha fazla vakit ayırsaydım” dedi. Anladığınız üzere evli ve harika yetişkin bir çocuğu var ve son derece disiplinli bir şekilde yıllarca başarıyla idare etti iki yaşantısını da.
Ayrıca oğlu ülkemizin gurur duyacağı gençlerden biri ve arkadaşım da gördüğüm en iyi annelerden birisi. Fakat onun bu geçmişle muhasebesi beni oldukça şaşırttı. Çünkü pişmanlığı, daha çok gezseydim, daha çok gülseydim değil de, keşke daha çok çalışsaydım şeklinde olmuştu. Onun biraz daha fazla çalışması, büyük bir ihtimalle Cern laboratuvarına girmesi ile sonuçlanacaktı. Bu kadar önemli miydi? Şu hali ile bile milyonlarca kadının hayalini yaşıyordu halbuki. Buradan da anlaşılacağı gibi, kadınlar hep madalyonun öbür tarafını merak ediyor. Kadın demek, merak demektir. Kutsal kitaplarda da her şey Havva’nın elmanın tadını merak etmesi ile başlamıyor muydu zaten? Veya mitolojide Pandora’nın Kutusu niye açılmıştı sahi? Ya da masaldaki Mavi Sakal’ın son karısı, kendisine yasaklanan o odanın kapısını neden açmıştı? Açmasa mutlu mesut, gül gibi yaşayıp gidecekti. Hepsi merak duygusu ile ilgili, kadınlar meraklı canlılardır. O meraklarını doyuracak her alanın içinde olmak isterler. Olamadıklarında ise iç geçirirler, kimileri daha da ileri gidebilir.
Beni sorarsanız, her zaman başka bir ülkede yaşamak istemiştim. Meraktan yani… Ne yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar, nelerden hoşlanıyorlar? Gittiğim ülkelerde mutlaka özel pazarlarını gezerim, sırf yerel halk nasıl yaşıyor görmek için. O harika pazarlar beni kendimden geçirtir, bir anda o ülkenin yerel halkından birisi gibi olabilirim. O mantarlar, o hiç daha önce görmediğim sebzelerle, hayali yemekler bile pişirebilirim. Bu benim için inanılmaz ilginç bir araştırmaydı her zaman. Başka bir ülkede yaşamak gerekliydi! Hem sanatım için, hem de merakım için. Ne kadar ileri gidebileceğimi görmek istedim dünyada. Sesimin ne kadar uzağa ulaşacağını merak ettim. Sadece merak etmekle kalmadım, bunun için de gerekli adımları attım. Hayaller kurdum ve Amerika’da sanatımı dünyaya daha çok duyurabileceğimi düşündüm ve öyle de oldu. Amerika’nın ve Amerikalıların, sanata verdiği önemi size kelimelerle anlatmam mümkün değil ama deneyeceğim. Gözümle gördüklerimi yazacağım, kararı siz verin!
İlk olarak New York Metropolitan Müzesi’nde, Amerika’nın sanat konusunda, dünyanın en büyüğü olduğunu düşündüm. Neden mi? Söyleyeyim: Dünyanın önde gelen birçok müzesini gezdim. Her ülkenin önde gelen sanatçıları ve onların sanat tarihinde yer etmiş “top” sanatçıları vardır. İşte her ülkenin en büyük sanatçılarının, en top eserleri, en büyük boyutları ile Amerika Metropolitan Müzesi’ndeydiler. Hem de geçmişi çok değil, 100 sene içinde toplamışlardı dünyadan bunca önemli eseri.
Fransa’yı çok severim. Kültürüne, yemeklerine, sanatçılarına, insanlarına, modasına, lisanına adeta aşığım. Hatta önceleri yaşamayı düşündüğüm ülke Güney Fransa idi. Picasso gibi, Monet gibi, Cezanne gibi ben de Provence’ın kırlarında resim yapacak, eski bir taş evde yaşayacak ve bahçesinde domates yetiştirecektim. Yıllarca bu konuda da araştırma yaptım, tüm yukarıda saydığım ressamların farklı zamanlarda köylerine, atölyelerine kadar gezdim. Bir şeyi çok istediğimde, biraz fazla tutkulu olduğum söylenebilir. Sanat ve dünyada güzellikleri aramak ve yansıtmak da, gerçek anlamda bir “tutku” benim için! Ama bu kadar sevdiğim bir ülkenin bile en önemli empresyonist sanatçılarının eserleri Metropolitan’ın ana salonlarından bir kaçındaydı. Dünya’nın sanat konusunda merkezi, d’Orsay’de değil Metropolitan’daydı!
Aynı şekilde büyük Almanya, maalesef en önemli ekspresyonist sanatçılarını Metropolitan’a kaptırmıştı. Malum 1930’lu yıllar ve sonrasında farklı olan hiç bir şeyin kabul edilmediği şeyler arasında sanat ve sanatçılar da vardı. Ve Amerika’nın vizyonuna bakar mısınız? O önemli sanatçıların eserlerini hem çok uygun fiyatlara hem de dünyanın en büyük müzesini oluşturacak şekilde toplamışlardı. İngiltere veya tüm ülkeleri aynı şekilde sıralayabilirim ama çuvaldızı kendimize batırmak istiyorum bu konuda.
İznik koleksiyonu olarak bir bölüm var ki koskoca İznik orada yer alıyor. Ülkemizin birçok tarihi zenginlikleri de… Burada birkaç sorum var aslında: Koca bir tarih, başka bir ülkeye giderken, yıllardır nasıl fark edilmedi? Bu kadar önemsiz mi tarih ve sanat? Ama benim şahsi fikrimi sorarsanız bir sanatsever olarak, tarih ve sanat dünyaya aittir. Ve nerede değeri biliniyorsa, orada sergilenmesinin bir mahsuru yoktur. Metropolitan Müzesi’ni gezen milyonlarca kişiyi düşünürsek, ülkemin bayrağının, sanatının, tarihinin ve sanat eserlerinin en güzel şekilde sergilendiği yer olması problem değildir derim ve hatta biraz daha ileri giderek en güzel kültür tanıtımının yapıldığını da söyleyebilirim. O eserleri gören kaç kişinin Türkiye seyahati planlamış olabileceği, bana çok mantıklı geliyor.
Sanat, sanatçılar ve sanat eserleri, tüm dünyada politikalar üstü olmalı bence. Metropolitan Müzesi’ni gezmek benim geleceğimi şekillendirmemde önemli rol oynadı. Bu kadar büyük bir vizyona sahip bir ülke, benim sanatıma nasıl bakardı? Benim eserlerim de, bir gün, Metropolitan’da yer alır mıydı? Farklı olduğumu içimden hep biliyordum. Gerçekten öyle miydim? Bunu görmem gerekiyordu. İnanın yanılmamışım. Ben bu konuda, Amerika’ya hayranım ve müteşekkirim. Bana ve sanatıma değer verdikleri için! Nasıl olmam? Size anlatabileceğim o kadar çok ve o kadar güzel örnekler var ki? Bunların tesadüf olması imkansız!
Bakın bir tanesi: O sıralar Boston’da yaşıyorum ve sürekli resim yapıyorum. Sergiler açıyorum. Ama her yerde… Bankalar da, restoranlar da, galeriler de, mağazalar da, aynı zamanda New York’ta büyük “art fair”larda, Miami’de ve Avrupa’da, Fransa’da Louvre Müzesi’nde. Anlayacağınız çok faal olduğum bir dönem (Covid-19 öncesi). Neyse, ben yine bir restorana resimlerimi asmak için, arabamı park ettim, resimlerimi indiriyorum. (2017 veya 2018) Tam o sırada restorandan bir grup genç bana doğru geldi. Resimlerimi göstererek, “Bunlar sizin mi?” dedi. Ben de gülümseyerek “yes” dedim. Size o anda şahit olduğum durum hakkındaki duygularımı anlatamam!
O genç kız, oldukça uzun boylu ve de iri yapılıydı. “OMG”!!!! (Oh! Aman Tanrım!!!) diyerek, sokağın ortasında namaz kılar gibi yere eğildi, elleri benim önümde, resmen secde ederek, selam verdi. Düşünebiliyor musunuz? Secde eder pozisyonda, elleri ve dizleri toprağa değerek… Ben hem şok geçirdim, hem de çok mutlu oldum. Restorandakiler de gülümseyerek bize bakıyor o sırada. Tanrı’nın ne iyi bir kuluydum ki hayatımda tatsız olaylar da yaşadığım oldu. Bu kadar güzellikleri de yaşatarak, beni unutmadığını hissettiriyordu. Bu güzel kalpli sanatsever genç kız, sonradan adının Shirley olduğunu öğrendim, Boston’un en büyük üniversitelerinden birinde sanat okuyordu. Tabii ki sonrasında birçok sergime geldi. Aynı şekilde sanat konuşmaları yapmak için, yine Boston’un en büyük ve önemli üniversitelerine davet edildim. Bir sanatçı daha ne ister? Ve bu harika ülkeye, minnetini nasıl gösterir? Saygıyla, sevgiyle ve iyilikle aklıma gelen en sade yollar. Evet gerçekten de, Tuğba harikalar diyarındaydı. Burada herkes onun sanatını görüyor, saygı gösteriyor ve üniversitelerde sanat konuşması yapması için davet ediyorlardı. Çünkü aslında, onlar da dünyanın öbür tarafını merak ediyorlardı. Bu konudaki inanılmaz hoş tespitlerimi bir başka yazımda anlatacağım, SÖZ!
“Her şeye sahip olabilirsiniz. Ama aynı anda değil”
Bir başka kadın kariyer ister, kariyeri olunca evlenmek ister veya aşık olmak ister. Kimisi de önce evlenir, sonra kariyer ister. İster de ister. Çok sevdiğim Oprah Winfrey’in bir cümlesi var: “Her şeye sahip olabilirsiniz. Ama aynı anda değil.” Amerika’daki kadınlar, biz Türk kadınlarından farklılar, bunu kesinlikle söyleyebilirim. Öncelikle müthiş bir özgüvenleri var. Ve bunu biz Türk kadınları gibi, dış görünüş ile sağlamamışlar. Bizim tarzımızda “şekilci” değiller. Onlar için daha çok “kurallar ve kurallara uymak” önemli! Çok özgür bir ülkede yaşıyorlar ve yasalar her daim onların arkasında. Size Amerika’da yaşayan bir Türk erkeğinin, acıklı bir ses tonu ve acıklı şekilde durumu özetleyen kısa bir yorumunu söylüyorum şimdi: “Aman dikkat! Amerika kanunlarında en önde gelen sıralama: Önce çocuklar, sonra kadınlar, sonra köpekler, sonra da erkekler, düşünebiliyor musunuz? Köpekler bile Amerika’da biz erkeklerden önce geliyor!” şeklindeydi.
Bu sıralamayı duyduğumda, suratımdaki ifade yavaşça gülümsemeden, kocaman bir sırıtmaya dönüştü. Takdir edersiniz ki ben bir kadınım. Hatta içimden kahkaha bile atmış olabilirim. Kanunların en üstte koruduğu bir ülkede büyüyen kadınlar her konuda seslerini çok rahat çıkartabiliyorlar. Göçmenlik haklarını, özelliklerini ve geldikleri ülkeyi asla unutmuyorlar ki, bu çok saygı duyulası bir durum. En büyük zenginlikleri de buradan geliyor aslında. Çok çeşitli kültür zenginliğinden.
Her yıl yapılan Amerikan “Green Card” çekilişinin, neden her ülke oranları korunarak yapıldığını hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm! Bu çeşitliliği ve zenginliği korumak istiyorlar. Amerika’nın göçmen kimliği ve göç ülkesi olduğu gerçeği hep devam edecek sanırım. Bu konuda çok komik bir durum var. Bunu da yazayım, sonra kadınlar konusuna geri döneyim. Siz Türkiye’de, Karadeniz’de yer alan küçük bir ilçenin, tüm halkının Massachusetts, New Jersey ve Connecticut’ta yaşadığını biliyor musunuz mesela? O kadar ki, USA bu ilçe mensuplarına vize vermiyor artık! Duyduğumda, o kadar şaşırdım ki anlatamam. Bu ilçeden sadece MA’da 7 bin kişi yaşıyor. Benim bu konudaki teorim: Bir uzay aracı 80’li yıllarda bu ilçeye geldi ve bir daire olarak bu halkı aldı ve Massachusetts’e yerleştirdi. Başka türlü mantıklı bir açıklama bulamadım. Bu konu başka bir yazı konusu aslında, bugünün konusu değil!
Boston’da, iki cinsin evlilikleri çok görülen bir durum. Ve hayatın her alanında son derece özgür ve saygın yaşıyorlar ve bize, insanlığa saygı hakkında çok şey öğretiyorlar. Bu arada şunun altını çizmek isterim. Bir yerde yaşamak veya bir yere seyahat etmek aynı şey değil! Gözlemlerim, içinde yaşadığım toplumun, saf, ari, doğal halleri ve ben insanlıklarına hayran oldum. Sosyal dayanışmanın özellikle Boston, Massachusetts bölgesinde ne kadar iyi ve ileri düzeyde olduğunu tahmin bile edemezsiniz! O kadar çok şey öğrendim ki oradan, iyiliğe inancım arttı. Ve ben de dünyaya olan borcumu, bu öğrendiğim iyilik ve güzellik yolu ile ödemeye içimden “ant içtim.”
Kadınlar gününe özel, dünya kadınları hakkında gözlemlerimi yazmak istiyorum ama bu konu koskoca bir yazı dizisi olur ancak. Takdir edersiniz ki sadece Amerika’da oldukça kozmopolit bir kültür var. Cape Verdeli bir kadın ile bir Fransız kadınını bir paragrafta anlatmam mümkün değil ve bu tarafların ikisine de haksızlık olur. Beni asla affetmezler! Evet! Bu arada kadınlar kendilerine yapılmış bir yanlışı, asla unutmazlar! Bu yüzden, bir kadın olarak, ben bu hatayı asla yapmayacağım. Çünkü benim için bu dünyada etik, ahlak ve estetik çok önemli!
Göçmen kadın yaşamları ile ilgili gözlemlerimi de, söz veriyorum bir başka yazımda yazacağım. Bugün kadınlar günü olduğu için, sadece kadınlar üzerine yazacağım. Aynı zamanda tespitlerimi de yazacağım. Okuduğum bir kitap var. Başucu kitabım, ismi “Kurtlarla Koşan Kadınlar”, herkese tavsiye ediyorum ve oradan bir esinlenme yazıyorum: “Her kadının bir postu vardır. Post, bir duygu halinin ve bir oluş halinin temsilcisidir. Sağlıklı, olgun kadın kendisine dışarıdan bakıp doğru yapıp yapmadığını, davranışlarında haklı olup olmadığını, sağlıklı düşünüp düşünmediğini merak etmek yerine, hisseder. Çok uzun süre ruhsal hesaplaşmayı yapmayan kadın, kaçınılmaz olarak yorulur. Bu doğal bir durumdur. Sonra benlik duygusunu ve ruhunu aramak için, postunu aramaya sokar. Bu arayışlardaki döngü, kadınlığın içgüdüsel döngülerinde cevabını bulur.
Kız çocukluğu, ergenlik, gençlikten, sevgililiğe, anneliğe, bilgelik sahibi yaşlı bir kadın olmaya ve daha sonrasına kadar hayatları boyunca bütün kadınların yaradılışında kendisini korur. Kadınların duyguları bu döngü etrafında döner.” Ne harika değil mi? Clarissa P. Estes’e ait bu kitap beni her zaman çok etkilemiştir. İç dünyalarını anlatmaya çalıştığım bu harika kadınlar, peki dışarıdan nasıl görünüyor? Nasıl algılanıyor? İşte burası tam bir çılgınlık! Ne yorum yapacağımı bilemiyorum. Girişte, Madame Figaro için yazdığım bölümü tekrar yazıyorum ve yorumu size bırakıyorum.
Kadın olmak: Tanrıça, ulaşılmaz, uğrunda savaşlar verilen, hep istenilen, arzu edilen, üreten, anlaşılmayan, gizemli, dişi…
Kadın olmak: Eksik etek, saçı uzun aklı kısa, döl, avrat, hatun kişi…
Hepsi aynı kadın… Sadece neresinden baktığınıza bağlı…
Biz bizi biliriz.
Her yazımı güzel bir cümleyle ve konuya uygun olarak bitirmek istiyorum. Bu yazımı da Paola Antonelli’nin bir cümlesi ile bitiriyorum: “Tasarım, dünyanın eksik olduğunun farkında olmadığı bir şey üretmek üzere teknoloji, bilgi, insan gereksinimi ve güzelliği birleştiren Rönesans tavrıdır.”
8 Mart Dünya Kadınlar Günü hepimize kutlu olsun.
İlk yorum yapan olun