ANADOLU’DAN ATAYURDU’NA ZİYARET

Sınır Tanımayan Dağcıların Moğolistan gezisi

Esmeri Alev Ekebaş / DieGazete.de / Datça

Sınır Tanımayan Dağcılar Spor Kulübü’nün üyelerinin Ata yurdu Moğolistan’a yaptıkları gezi başkan Ethem Kuruçay hakkında konuştuk. Anadolu’dan 3 bin kilometre yol yaptıkları gezinin büyüleyici yanları, Orhun Vadisi, Orhun Yazıtları, Dukha Türkleri, Altay Dağlarının göründüğü kadar sert olması, kuşların efendisi kartalın kutsallığı, yemek ve göçebe kültürünü biz sorduk, başkan Ethem Kuruçay anlattı.

Esmeri Alev Ekebaş: Sınır Tanımayan Dağcılar olarak dünyanın birçok coğrafyasına gittiniz. Bu sefer niçin Moğolistan’ı tercih ettiniz? Sizi oraya çeken neydi? STD üyeleri ile 3 bin kilometre yol yaparak Moğolistan’a gezi düzenlediniz. Bursa’dan Moğolistan’a gidişiniz için “Anadolu’dan Atayurt’a ziyaret” dediniz. Bu gezi kararınızı, size eşlik eden arkadaşlarınızı ve amacınızı anlatır mısınız?

Ethem Kuruçay: Muhtemelen bizi oraya çeken; Moğol kültürünü yakından tanımak, hatta onlar gibi doğal ortamlarda, bozkırlarda yaşamak diyebilirim. Bunun yanında, bütün faaliyetlerimizde olduğu gibi asıl hedefimiz, yüksek bir dağa çıkmayı ve Moğolistan’a özel ne varsa gidip görmeyi ve bilmeyi istemekti. Bunun için faaliyet öncesi kulüp üyelerimizden talep topladık ve istek gösteren M. Fahir Denizman (Faaliyet sorumlusu), Yücel Yüce, Hayri Atvur, Raif Altınel, Cemile Şentürk, Doğan Can, Asuman Özkan, Nuray Kuruçay, Veysel Bulut, Zeynep Kirazoğlu, Ethem Kuruçay ile yola çıktık.

Esmeri Alev Ekebaş: Moğolistan dünyanın bize göre oldukça uzak bir noktası. Buraya faaliyet düzenlemek zor olmadı mı? Bildiğim kadarıyla tur şirketleriyle bile gitmenin neredeyse imkânsız olduğu bu coğrafyaya nasıl gittiniz?

Ethem Kuruçay: Nasıl gideceğimiz konusunda baştan biz de zorlandık. Yoğun bir arayış ve uğraş içerisine girdik ve Başkonsolosluk, Büyükelçilik, Dış Ticaret Müşavirliği, TİKA, oradaki ticari Türk işletmeleri ve daha önce oralara seyahat etmiş, Türklerin sosyal medya adresleri gibi yazılabilecek veya yardım istenebilecek aklımıza neresi geldiyse yazdık. Somut olarak yalnızca Dış Ticaret Müşavirliği aracılığıyla, Türkiye’de üniversite okumuş beş Moğol vatandaşının mail adreslerine ulaşmak bizim için bir çıkış yolu doğurdu. O beş kişiden biri olan Buyan İshidori, bize yardım edebileceğini söyledi ve bütün planlarımızı onun üzerinden gerçekleştirdik. Buyan, Bursa’da Uludağ Üniversitesi’nde okumuş, kendini gerek Bursa’ya, gerekse Türklere borçlu hisseden bir Moğol vatandaşıydı. Gitmeden önce Buyan’la 71 kere karşılıklı mailleşerek bütün faaliyetimizi daha buradan ayrılmadan organize ettik. Araba kiralamamız, kalacağımız yerler, ne yiyip ne içeceğimiz, gezeceğimiz yerler ve çıkacağımız dağ için alınacak izinler gibi birçok detayı, gitmeden önce organize ettik. Ve oraya gittiğimizde her şey planladığımız gibi gelişti.

Esmeri Alev Ekebaş: Ülkeler birbirinden uzak. Dolayısıyla bizlere Moğolistan yolculuğunuzdan ve oraya nasıl ulaştığınızdan biraz bahseder misiniz? Oldukça geniş bir coğrafyaya yayılan ve beş bölgeye ayrılan Moğolistan’da gezi rotanızı nasıl belirlediniz? Rotayı ve konaklama alanlarınız nereleri oldu. Bu organizasyonda yanınızda Moğolistan’dan hangi kişi ve kurumlar vardı?

Ethem Kuruçay: Çok tercih edilmeyen bir coğrafya olduğu için yalnızca iki alternatif uçuş var. Biri Moskova aktarmalı Rus Hava Yolları ile, diğeri de Kırgızistan’ın başkenti Bişkek aktarmalı Türk Hava Yolları ile. Biz THY‘yi seçtik. Bu uçuşta Bişkek’te 12 saat bekleyeceğimiz bir aktarma yapmamız gerekiyordu. Biz de Bişkek’te yapacağımız bu 12 saatlik aktarmada hem şehir merkezini ve alışveriş yerlerini gezmek, hem de Bişkek’e 30 kilometre mesafedeki Ala-Arça tabiat parkını ziyaret etmek için havaalanından bir minibüs kiraladık. Gittiğimiz o bölgeden Tien-Şan dağlarına, yani Tanrı dağlarına uzaktan da olsa bakma ve zirvelerini görme şansını elde ettik. Sonrasında, tekrar hava alanına döndük ve 4 saat süren bir yolculukla Moğolistan’ın başkenti Ulan Bator’un Çengiz Han Hava Alanı’na iniş yaptık. Uçağımız, dönerken de aynı güzergahı takip etti. Bu sefer Bişkek’i gezerken güzel bir restoranda bazı arkadaşlarımız at eti yerken, bazı arkadaşlarımızın da Özbek pilavı ve Kırgız mantısının tadına bakma şansları oldu.

Esmeri Alev Ekebaş: Normalde bizler Moğolistan denince Gobi çölünü ve uçsuz bucaksız bozkırları hatırlıyoruz. Sizler dağcı bir grupsunuz. Moğolistan’da dağcılık hangi seviyede ve çıkacağınız dağı seçmek kolay oldu mu?

Ethem Kuruçay: Evet, çok doğru söylüyorsunuz. Bu anlamda ülke hem zengin hem de fakir. Yani dağlar batıya toplanmış. Kazakistan, Çin ve Rusya sınırlarının kesiştiği noktaya. Altay Dağları var. Fakat başkent Ulan Bator’a bin 700 kilometre mesafede. Ulaşmak, kara yoluyla neredeyse imkansız. Havayolu ise küçük uçaklarla hem pahalı, hem de zor. O yüzden ülkenin güneyini de Gobi çölünün kapladığını ve bazı dağlara da kutsallığı yüzünden izin verilmediğini düşünürsek, biz de çıkacağımız dağı, kuzeyde, Rusya sınırındaki Sayan dağ grubunun bir parçası olan Mönkh Saridağ Dağı olarak seçtik.

Tabi, doğru bir tercih yapamadığımızı oraya gidince anladık. Moğol makamlarından bütün izinlerimizi almış olmamıza rağmen, dağın kuzey kısmı Rusya sınırları içerisinde olduğundan, son gün, dağın eteklerindeki Rus irtibat bürosu iznimizi onay vermeyerek bize zorluk çıkardı. Rus makamları; “Bu dağın Rusya tarafından, Rus dağcılar da tırmanırsa, sizler de tırmanıp zirvede bayraklarınızı açarsanız sıkıntı çıkar” bahanesiyle bizi oyaladılar ve iznimizi beş saat gecikmeyle onayladılar. Bizler de geç kalmamıza rağmen, aramızdan seçtiğimiz beş arkadaşımızı yerel dağ rehberi eşliğinde aceleyle dağa gönderdik. Tırmanma esnasında rehberimizin zamanın dönüş için çok yetersiz olacağını söylemesiyle, gece karanlığında patikası olmayan dağdan dönmemek veya belki de dağda bir gece konaklama riskini göze almadığımız için, 3 bin metre yüksekliğe yaklaşmışken, dönüş kararı almak zorunda kaldık. Çünkü programımız çok sıkışıktı. Bu yüzden planlarımızı bir gün bile sarkıtma şansımız yoktu.

Esmeri Alev Ekebaş: Moğolistan’a ulaştıktan sonra sizi neyin veya nelerin beklediğini biliyor muydunuz? Hayat orada nasıldı?

Ethem Kuruçay: Bir ülke düşünün, Türkiye’nin neredeyse iki katı büyüklüğünde. Fakat içinde yaklaşık üç buçuk milyon insan yaşıyor, o insanların da çoğu başkent Ulan Bator’da. Başka şehri de yok zaten. Kalanlar da bozkıra yayılmış, Ger denen çadırlarda yaşayan aileler. Yaşamak zor bu insanlar için. Ömür, şehirde kalanlar için kısa. Çünkü iki milyon insanın yaşadığı Ulan Bator şehrinin merkezinde 3 adet termik santral var ve hepsi aktif, çalışıyor. Ayrıca bütün binalar kömürle ısıtılıyor. Dolayısıyla herkes, kışın kükürt soluyor. Ömür kısa o yüzden Ulan Bator’da.

Ama şehir dışındaki hayat da zor. Hava çok soğuk. Kış, neredeyse sekiz ay sürüyor. Gündüz sıcaklık -20-25, gece ise -45, -50. Dolayısıyla tarım yok. Sıcaklık -50’yi geçtiğinde, toprak 5 metre kalınlığında donuyor. Bozkırlarda yaşamak zorun da kalan Moğollar, kışın, yazdan kuruttukları etleri ve peynirleri hamurla birlikte tüketiyorlar.

Hayvancılık çok yaygın olduğu için et çok. Eğer etrafınızda orman veya ağaç varsa odun, yoksa koca kış tezek yakarak ısınıyorlar. Sebze ve meyve çok pahalı, çünkü genelde ithal. İçki tüketimi, Rus kültürünün etkisi altında uzun süre yaşadıkları için çok fazla. Hayvanlarını da bizler gibi kesip kanlarını akıtmadıkları için, ayrıca etlerin lezzetleri ve pişirilme yöntemleri bizlerinkinden biraz farklı olduğu için, çok doyduğumu neredeyse hiç hatırlamıyorum. Her şeye rağmen aç kalmadık ve çok güzel bir etkinlikti.

Esmeri Alev Ekebaş: Moğolistan, tarihsel anlamda çok eski bir yerleşim yeri. Çevrenize hangi gözle baktınız? Bir Türk olarak sizi en çok etkileyen ne olmuştu?

Ethem Kuruçay: Tabi, bizler için kadim topraklar diyebileceğim yerlerde olmak çok heyecan vericiydi. Hun Türkleri, Uygurlar, Göktürkler, Avarlar gibi bazı Türk topluluklarının buralarda yaşamış, hüküm sürmüş. Yüzyıllarca at koşturmuş ve kılıç kuşanmış olduğunu biliyor olmak, çevrenizi farklı gözlerle izlemenize sebep oluyor.

Tarihte Türk kelimesinin yazılı olarak karşımıza çıktığı ilk yazıtlar olan Bengütaşlar’a, yani Bilge Kağan ve Kültiğin’in yazdırdığı dikili taşlara dokunma şansımız oldu. Bu bile sizi heyecanlandırmaya fazlasıyla yetiyor. Bu yazıtların replikalarını, ilk defa bulundukları yerlere dikmişler, asıllarını da hemen yanında yapılan müzede sergilemekteler. Bizler de bu dikili taşların birkaç yüz metre yakınında geceyi, Moğolların Ger dediği, bizlerde ise Yurt diye söylenen çadırlarda geçirdik.

Yani, Orhun vadisinde ve Orhun nehrine bakarak yaşanmış bir gün ve bir gece. Ayrıca Moğol imparatoru Cengiz Han’ın başkent olarak da seçtiği, Karakurum da denen bu topraklara yüksekten bakmak ve o vadide geceleyen 200 bin kişilik Moğol ordusunun sabah sefere doğru yola çıktığını hayal etmek bile, bulunduğumuz yerlerin önemini bir kez daha bizlere hissettiriyor.

Esmeri Alev Ekebaş: Bu bahsettiğiniz eski kültürel kimliklerini günümüze taşıyan göçer veya yerleşik insanlar, kabile veya topluluklar var mıydı? Yakından görme şansınız oldu mu? Moğol ve Kazak kültürüne dair izlenimleriniz ve Türk kültürü ile olan bağlantılarını gözlemlerinizi anlatır mısınız? Tabii Dukha Türkleri ile anılan Ren Geyiklerini de unutmamak gerekli.

Qusbegi Kazak göçmenleri ile karşılaştınız mı? Dukha Türkleri, kökenleri, yaşam alanları, dilleri ve kültürlerinden bahseder misiniz? Türkiye ile yakınlıkları, Türklere benzer yönleri, adetleri, kullandıkları ortak kelimeler, bağları nelerdir? Türkçenin hangi lehçesini konuşuyorlar? Göçebe hayatlarını atlar, ren geyikleri, kartallar, şahinler ve aileleri ile birlikte nasıl sürdürüyorlar. Şaman kültüründen hangi izleri taşıyorlar? Bu oramda neler hissettiniz? Neler gözlemlediniz?

Ethem Kuruçay: Evet, bu anlamda çok şanslıydık. Sayan Dağları’nın uzantısı olan çıkacağımız dağ için 750 kilometre kuzeye doğuya gitmiştik. O bölgeler güney Sibirya diye biliniyor ve soğuk iklim şartlarına dirençli Tayga ormanları ile kaplı. Bu coğrafyada sayıları 400’ü geçmeyen Tuva Türkleri veya Dukhalar da denen, Ren geyiği çobanlığı yapan göçer topluluklar yaşıyor. Biz, bu topluluğa dahil birkaç çadırdan oluşan bir klanın biraz güneye indiğini ve Ren geyiği boynuzundan yapılmış hediyelik eşya sattıklarını rehberimiz vasıtasıyla haber aldık ve rotamızı onlara doğru çevirdik. Onların lideri ve en önemli kişisi olan bir Şaman kadınla, rehberimiz aracılığı ile sohbet ettik ve sorunlarını dinledik. Hatta akşam bizleri bir şaman ayinine katılmamız için davet ettiler. Orada ren geyiklerini görmek, onlara dokunmak ve yöresel kıyafetlerle resimler çektirmek bizleri yeteri kadar heyecanlandırmıştı.

Daha sonrasında Orta Moğolistan’ın bozkırlarında arabalarımızla güneye doğru yol alırken, yol yakınındaki bir Moğol çadırına konuk olduk. Çat kapı biz geldik misali. Küçük bir çekirdek aile, bizleri ağırlamak için adeta etrafımızda pervane oldu. Bir göz oda büyüklüğündeki çadırlarında, yedirdiler, içirdiler bizleri. Onların atlarına bindik, kış için kuruttukları peynirlerinin ve kurutulmuş etlerinin tadına baktık. Unutamayacağımız anılarla ayrıldık onların yanlarından.

Esmeri Alev Ekebaş: Moğolistan’da hep hayvanların çok olduğunu söylerler, hatta başı boş gezen atlardan bahsederler. Moğolistan kültürü atlar ve kartallarla bütünleşmiş. Atlara ve kartal/şahin verilen önem yaşama nasıl yansımış? Altın Kartal Festivali yapılıyor. Bu muhteşem hayvanlarla Moğolistan gezinizde nerede, nasıl karşılaştınız?

Ethem Kuruçay: Nüfusun yaklaşık üç buçuk milyon olduğu bir ülkede 39 milyon at var desem, herhalde size biraz fikir vermiş olurum. Bunların bir kısmı sahipli ama büyük bir çoğunluğu da bozkırlarda sürüler halinde, başı boş yaşıyorlar. Küçükbaş hayvan sahibi olan Moğolların sürülerindeki hayvan sayısı, binli rakamlarla söyleniyor, 3 – 5 bin koyun gibi.

Sürüler o kadar büyük ki, çobanlar, işlerini ya at sırtında ya da motosikletlerle yapıyorlar. Tabi bir de oralarda soğuk havalara dayanıklı YAK denen büyükbaş hayvanlar var. Bizim sığırlarımızdan daha uzun tüyleri olan bu hayvanlar, eksi 50-60 derecelerde hayatlarını devam ettirebiliyorlar.

Ayrıca bizim buralarda nasıl karga ve saksağan çoksa, oralarda da kartal ve şahin o kadar çok. Gökyüzüne baktığınızda bir kartal veya başka bir yırtıcı kuş görmemeniz imkânsız gibi. Biz de bunları bol bol gözledik ve fotoğrafladık.

Esmeri Alev Ekebaş: Burada yaşayan insanların inanışları konusunda bizlere bir şeyler söyleyebilir misiniz? İbadethane veya tapınakları var mı? Görme şansınız oldu mu?

Ethem Kuruçay: Bu anlamda da ilginç bir ülke. Yüzde doksan beşi Moğol olmasına rağmen farklı inanışlar var. Çok büyük bir çoğunluğu Tibet Budizmi’ne inanıyor ama onlardan sonraki çoğunluk, inançsız olan Moğollar. Az miktarda Müslüman, Hıristiyan ve Şamanizm’e inanan insanlar da var. Budist tapınaklardan Ulan Bator’daki Zaisan tapınağı ile Karakurum’da ki Erdene-Zu tapınaklarını görüp, gezebildik.

Esmeri Alev Ekebaş: Bizlerde, Moğol imparatorluğu denince Cengiz Han, Cengiz Han denince Moğollar aklımıza geliyor. Bu etkileşimi orada hissettiniz mi? Onlar için Cengiz Han ne ifade ediyor?

Ethem Kuruçay: Moğollar, var oluşlarını Cengiz Han’a borçlu olduklarını düşünüyorlar. Bizler nasıl Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü şükran ve minnetle her fırsatta anıyorsak, onlar da aynısını Cengiz Han için yapıyorlar. İsmini havaalanlarına, yollara, müzelere, bulvarlara, meydanlara veriyorlar ve onu unutturmuyorlar. Ayrıca dünyadaki şu ana kadar 45 metre boyuyla yapılan en büyük insan heykeli, Cengiz Han’a ait. O heykelle ilgili şöyle bir hikaye anlatılır Moğolistan’da, kısaca aktarmak isterim. ‘’Bir gün Cengiz Han, ikinci Çin seferinden dönerken, ordusuyla yoğun siste yolunu kaybetmiş. Sis, günlerce kalkmamış. Gece Cengiz Han, Gök Tanrı’ya; “Bana yolumu göster” diye yalvarmış. Sonra, gece rüyasında tanrı ona, sabah kalktığında atının kırbacını göğe savurmasını ve tutamacı hangi yönü gösteriyorsa ordusunu o yöne götürmesini söyler. Sabah kalkınca rüyasını komutanlarına anlatır ve kırbacını savurup tutamacı istikametinde ordusunu götürür.

Bir süre sonra ordu Karakurum’a varır. İşte bu anlatılan olayın gerçekleştiği yere Moğol hükümeti, dünyanın en büyük heykelini yapar ve anıtlaştırır. Biz de üzerine asansörle çıkılan, Cengiz Han’ın atının üzerinde ovaya baktığı bu heykeli ziyaret ettik. Ve atının iki kulağı arasına yapılan platformdan uçsuz bucaksız ovaya doğru baktık.

Esmeri Alev Ekebaş: Moğolistan’ı bizlere çok güzel anlattınız. Başka aklınıza gelen bir şeyler varsa onları da hatırlamanızı isteyeceğim. Çünkü bu söyleşiden sonra mutlaka başkaları da o kadim topraklara gitmek isteyecektir. Anılarınız bizler için çok değerli ve önemli bir yol gösterici oldu.

Ethem Kuruçay: Bizler Gobi çölünü göremediğimiz için biraz eksik kalmış olsak da, Moğolistan’ın bütün eşsiz doğal güzelliklerini görme şansımız oldu. Hatta sönmüş bir yanardağın kraterinden içeriye doğru bile baktık. Orta Moğolistan’da, Hustai Milli Parkı’nda, günümüzde doğada serbestçe gezen Yılkı atlarının ataları olan, şu an soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Przewalski atlarını görebilmek için, sabah çok erken saatlerde su içmeye gelecekleri bir vadinin yamacında bekledik. Yaşadıkları doğal ortamlarda onları gözlemledik. Gerçi bu atlardan olmasa da diğer atlardan elde edilen sütlerin fermantasyonu ile elde edilen Kımız içeceğini de tatma şansımız oldu. Bu da bizler için oldukça farklı bir deneyimdi. Bu faaliyetimiz boyunca, 10 gün içerisinde, kiraladığımız 4×4 araçlarla 2 bin 700 kilometre yol yaptık. Dağlarını gördük, kültürlerini tanıdık, yemeklerini yedik, sularını içtik. Yanımızda binlerce fotoğraf, onlarca video ve yaşanmış, anlatılacak birçok hikâye ile geri döndük.

Esmeri Alev Ekebaş: Türkiye’nin ve dünyanın farklı coğrafyalarını gördünüz. Bize, ülkemizde çıktığınız dağlar ile dünyada hangi ülkelerde faaliyet yaptığınızı söyleyebilir misiniz?

Ethem Kuruçay: Ülkemizin neredeyse tüm dağlarına kulüp olarak gittik ve zirvelerine çıktık. Ağrı Dağı, Kaçkarlar, Erciyes, Kaz Dağları, Süphan, Hakkari’nin dağları, Torosların farklı zirvelerini bunlardan birkaçı olarak söyleyebilirim. Asıl kulübümüzü farklı kılan, dünyanın farklı coğrafyalarında faaliyetler düzenlemiş olmamızdır. Bunlar; Gürcistan’ın Kazbek Dağı, Fas’ın Atlas Dağları, Peru’nun And Dağları, Nepal’in Everest Ana Kampı, Tanzanya’nın Kilimanjaro Dağı, Moğolistan’ın Sayan Dağlarına bağlı Mönkh Saridağ Dağı gibi.

Esmeri Alev Ekebaş: Ethem Kuruçay kimdir? 

Ethem Kuruçay: Bana bu şansı verdiğiniz için teşekkür ederim. Ben, emekli olmuş, ama çalışmaya devam eden bir Veteriner Hekimim. Doğa sevdalısıyım, iki yıldır da üyesi olmaktan gurur duyduğum kulübüme Başkan olarak hizmet vermekteyim. Bizler, her hafta, Bursalılar olarak, sahip olduğumuz en önemli değerlerden biri olan Uludağ’ımızın farklı rotalarında doğa yürüyüşleri yapıyoruz. Bunlara ilave olarak da hem ülkemizin hem de dünyanın farklı coğrafyalarında etkinlikler düzenliyoruz. Dağcılık Federasyonu’na üye, federe bir kulübüz.
Sınır Tanımayan Dağcılar Spor Kulübü;
Facebook; sınır tanımayanlar dağcılar
Instagram; sinirtanimayandagcilar
FOTOĞRAFLAR: ETHEM KURUÇAY

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*